Sepetiniz boş

Yeni Üye | Kullanıcı: Şifre:

 

11 Eylül Saldırısı


Bu söyleşi olaydan hemen sonra yapılmıştır

 

Amerika’ya yapılan saldırıyı İslamın cihat anlayışı açısından değerlendirir misiniz?            

Üzülerek ifâde edelim ki, özellikle 20. Asırda nerede kanlı bir eylem olsa, bunun sorumluluğu hemen Müslümanlara yüklenmektedir. Burada bir acelecilik söz konusu olmakla birlikte, bu suçlamaya haklılık kazandıracak eylemleri üstlenenler genelde Müslüman teşkilatlardır. Ancak Amerika’da meydana gelen olayları şu ana kadar Müslümanlardan oluşan bir örgüt üstlenmedi. Bu büyük eylemin Amerika’nın kendi içinde uzantıları da olabilir. Belki daha küçük bir eylem planlanmış, ama neticesi böyle ağır olmuş olabilir.

Sorunuzun cevabına gelince: İslâmın cihad anlayışı, insanları dünya ve ahiret hayatında mutlu etmeye, diğer bir ifadeyle öldürmeye değil, hayat vermeye yöneliktir. Böyle olunca da cephe gerisinde masum insanların öldürülmesi, kesinlikle İslâmın cihad anlayışına uygun düşmez. Nitekim cihadı meşru kılan Yüce Rabbimiz, bu konuda şöyle buyurur:“Sizinle savaşanlara karşı siz de Allah yolunda cihat edin. Fakat haddi aşmayın. Şüphesiz Allah haddi aşanları sevmez.”[1]Burada haddi aşmaktan maksat, savaşa katılmayanları öldürmek, işkence yapmak, esir olanı öldürmek, şirkten ve savaştan vazgeçtikleri halde savaşmak gibi hususlardır.“Sakın Allah’ın çizdiği sınırları aşmayın. Kim bunu yaparsa, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir.” [2]İslâmî cıhadın her bakımdan en güzelini yapan ve yaşayarak bunu bize gösteren Sevgili Peygamberimizin savaşa ordu gönderirken onlara yaptığı şu tavsiyede bunu bütün açıklığıyla görmek mümkündür:“Allah’ın yolunda, Allah’ın ismiyle savaşa çıkınız. Allah’ı inkar edenlerle çarpışınız.“Ganimet mallarına ihanet etmeyiniz. Verdiğiniz söze vefasızlık etmeyiniz.“Küçük çocukları, kadınları ve ihtiyarları öldürmeyiniz.”[3]Şimdi soruyoruz: Cihadı farz kılan Rabbimizin ve Onun Yüce Resûlünün emirleri ortada iken, İslâmî cihad adına bir anda savaşa katılmayan çocuk, ihtiyar, kadınların da içinde bulunduğu binlerce insanı öldürmek, binlerce masum insanın malına zarar vermek kimin emrettiği bir “cihadın” neticesidir.

Öldürülenler içerisinde İslam düşmanları varsa ve bu kimseler maddeden ve manen İslâma savaş açmışlarsa?

Bu sualinizi İslâm tarihinden bir misalle cevaplandırayım: Üçüncü sırada halife seçilen Hz. Osman döneminde Mısır, Küfe gibi İslâm dünyasının çeşitli yerlerinden gelen bozgunculardan birkaç kişi, halife Osman’ın (r.a.) evine girerek, bu büyük insanı Kur’ân okurken şehit ettiler. Bunun üzerine Müslümanlar Hz. Ali’yi halife seçtiler. Olaya ismi karışanlar belli idi, fakat Hz. Osman’ı şehit eden kimse veya kimselerin kimliği belli değildi. Gerek Hz. Aişe, gerekse Muâviye, Hz. Ali’den katilleri cezalandırmasını istedi. Hz. Ali, istese, ismi karışan herkesi öldürerek bu işi çözerdi. Ancak, o, bilmeden bir masumu öldürebilirim endişesiyle bunda acele etmedi.Evet, bir Müslüman, hele içinde bir insan hayatı varsa, bu çeşit konularda hassas davranmalıdır. Eğer bir gemide veya evde, dokuz masum, bir cani varsa, “O evi yıkayım veya o gemiyi batırayım. Dokuz câni ölürken, içinde bir de mâsumun ölmesi önemli değil” diyemez. Hatta, o evde veya gemide dokuz mâsum bir cani değil, dokuz câni bir mâsum bulunsa, yine o evi yıkamaz, o gemiyi batıramaz. Dolayısıyla bu çeşit bombalama olaylarında birkaç zâlim/din düşmanı ölürken masumlar da ölsün, “Kurunun yanı sıra yaş da yansın” denilmesi, dinimizin adalet anlayışına kesinlikle uygun değildir. 

Amerika’nın böyle bir anarşik olaya maruz kalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Meydana gelen her türlü olayda tevhidî bakışa göre iki yön vardır: Birincisi kader, ikincisi sebepler. Bir olaya sadece kader açısından bakılırsa, müsebbipleri cezalandırmak mümkün olmaz. Sadece sebepler açısından bakılırsa, bu da olayın gerçek yönünün göz ardı edilmesine sebep olur. Maalesef, günümüzde Müslümanlar bu iki bakış açısını unuttular. Her türlü olaya sadece sebepler açısından bakıyorlar. Ben bu sorunuz münasebetiyle olayın kader boyutunu nazara vermek istiyorum:Avrupa zâlimleri, Asya münafıkları, Amerika dessasları, Türkiye’nin başına Osmanlı döneminden itibaren her dönemde bâzı gaileler açmışlardır. Son zamanlarda bu gaile, PKK idi. Senelerdir bu terör örgütüne destek oldular. Onlara karşı yapılan müdafaaları “İnsan hakları” adıyla reddettiler. Rabbimiz, Amerika’ya bizim yaklaşık yirmi yılda kaybettiğimiz zayiat kadar zayiat verdirdi. Yani burada Amerika devletini yönetenler açısından kaderin adaletini görüyoruz. Gerek Amerika’yı, gerekse Avrupa’yı teröre karşı harekete geçirdi.Diğer taraftan, Amerikan yetkilileri, ekonomik güçlerine ve teknolojisine güvenerek büyüklük kompleksine kapıldı. “Ben istersem Irak’ı, Vietnam’ı, Libya’yı vururum. Ama gücüm ve konumum itibarıyla hiçbir ülke bana zarar veremez” diye bir duyguya kapıldı. Son olay bunun böyle olmadığını gösterdi.Yine menfaati olduğu yerde saldırganlıktan ve efelenmekten çekinmezken, İsrail’in Filistinde masumları öldürmesine, Çeçenistan olaylarına, Bosna Hersek’e sessiz kaldı. Hatta özellikle İsrail’e destek oldu. Irak’ı bombalayarak binlerce masumun aç ve ilaçsız olarak ölmesine sebep oldu. Rabbimiz de buna bir ceza olarak Amerikan devletini ikaz etti. Rahipler aslında bu ikazı algıladılar ve bunun “İlâhî bir ikaz” olduğunu söylemekten çekinmediler.

Amerika gibi bir teknoloji ülkesinde böyle bir olay nasıl gerçekleşebilir?

Bu konuda bir delil olmamakla beraber, içeriden bir yardım alınmış olabilir. Bununla beraber biz olaya takdir edilen bir kaderin gerçekleşmesi açısından bakabiliriz. Bu konuda Peygamberimizden rivayet edilen şu haberler çok mânâlıdır:“Allah bir kul hakkında bir şey takdir etmişse, bu takdiri hiçbir şey çeviremez.”“Allah kader ve kazasını gerçekleştirmek istediğinde onlar hakkında kader ve kazası yerini buluncaya kadar akıl sahiplerinin akıllarını alır. Hükmü gerçekleşince geri iaade eder. Onlar da pişmanlık duyarlar.”Burada aklın alınması, mecazidir. İnsan yine akıllıdır fakat, tadbirde kusur işler.Bediüzzaman Hazretleri kaderin gerçekleşeceğinde iradenin susacağıyla ilgili iki misal verir. Bunlardan birisi Hz. Yakub (a.s.) ile ilgilidir. Bu büyük peygamber, çok sevdiği Yusuf (a.s.) yanıbaşındaki kuyuda iken onun orada bulunduğunu hissedemez. Ama aynı Hz. Yakub, onun çok uzak mesafedeki gömleğinin kokusunu duyar.Yine Hz. Ömer, bir keramet olarak bir aylık mesafedeki kumandanın tehlikede olduğunu görür, ona sesini işittirir ve tedbir almasını temin eder. Ama aynı Ömer, arkasında kendisini şehit etmek üzere gelen kâtilini hissedemez. İşte bu, kader geldiğinde iradenin, tedbirin, teknolojinin tesirsiz kaldığını, gören gözlerin görmez, düşünen akılların düşünemez olduğunu gösterir. Amerikadaki olaya da böyle bakılabilir. Ancak bu bakışla uydu vasıtasıyla Afganistan dağlarını didik didik arayabilen, adeta geceleyin yerde gezen karıncayı görebilecek bir teknolojiye sahip olan Amerika’nın burnunun dibindeki olayı görememesi anlaşılabilir.  Sur “Olay sonrasında Amerika’nın tutumunu değerlendirir misiniz?”Benzeri olaylarda olduğu gibi, bu olayda da aceleci davranılarak suç, Müslümanlara fatura edilmiştir. İşin garip tarafı, “bağlantı bulduk” denilen deliller, hedef belirlendikten sonra toplanmış ve kamuoyunun gözü boyanmıştır. Aslında maksat, Irak gibi Afganistan’ı da vurmak, Müslümanları biraz daha zayıflatmak, İslam dünyasını birbirine düşürmektir. Yani oyun içinde oyun vardır. Sayın Amerika başkanının “Haclı seferi” sözü, bir dil sürçmesi değildir.Kaldı ki, faraza olayı Üsame bin Ladin de yapmış olsa, bir ülkeye karşı savaş açıp binlerce kadın, çocuk, yaşlıyı doğup büyüdükleri topraktan hicret zorunda bırakmak da bir zulümdür. Suçun şahsiliği prensibiyle hareket edilip sadece, suçu sabit olan suçlular cezalandırılmalıdır. Yoksa bir adamın cinayati sebebiyle koca bir ülke halkını cezalandırmak, Bediüzzaman’ın ifâdesiyle “bir kişi için bir köyü” hatta ülkeyi yakmak büyük bir zulümdür ve İlâhî adalet böyle bir zulmü karşılıksız bırakmaz.Burada bir paradoksa, diğer bir ifadeyle çifte sdandartı da nazara verelim:Türkiye’ye 30.000 kişinin katilini besletenlerin, Yani Amerika ve Avrupa’nın “terörist avı” bahanesiyle kıtalar arası savaş ilan etmeleri düşündürücüdür. Türkiye’de terörizme karşı girişilen bazı haklı müdahaleleri insan hakları açısından değerlendirerek “kıyameti koparanların” Afganistan halkını perişan bir vaziyette yollara dökerken insan haklarını düşünmemeleri, düşündürücüdür.  

Amerika’ya destek olan Müslümanları nasıl değerlendirirsiniz?

Öncelikle şunu ifâ edeyim ki, Rabbimiz, adaletin tecellisi noktasında “din ayırımı” yapmaz. Eğer Müslüman haksızsa, gayr-i müslim haklı ise, bir Müslüman o gayr-i müslimle bir olarak, o hakkı Müslümandan almaya çalışır.Ancak burada böyle bir durum söz konusu değil. Dolayısıyla Müslüman ülkelerin borçların silinmesi, maddî yardım,” “bir koyup beş almak” gibi “dünyevî,” menfaatler için; Avrupalı görünmek, Amerika’nın yanında yer almak gibi basit düşünceler adına  Amerika’ya yardımcı olması, son derece yanlıştır.Diğer taraftan, Rusya gibi bir süper güce karşı omuz omuza savaşmış insanların aralarındaki ihtilaf her ne olursa olsun, geçici olarak bunu bir kenara bırakmaları, müşterek düşmana karşı güç birliği yapmaları son derece zaruridir. Eğer bir savaş olur da Amerika Afganistanı vurursa, ardından ülkeyi muhaliflere de teslim etse, bunun yarası kolay kolay sarılmaz. Gazetelerde Amerika’ya hitaben, “Siz bombardıman edin, kara harekatını bize bırakın” gibi beyanatlarını okuduğum “Raşid Dostum’un” eğer haberler doğruysa, hiç de iyi bir yerde olmadığını burada ifâde etmek isterim.

Afganistan’daki Taliban hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Üzülerek ifade edeyim ki, Taliban, dışarıya aksettiği kadar, yaşanmak için tebliğ edilen, hayat dini olan ve yaşandığı bir döneme “Asr-ı saadet” yani mutluluk asrı damgasını vurduran İslam gibi hürriyetler dinini; hayattan uzak, insan fıtratına yabancı ve baskıcı bir din olarak tanıtarak, bütün dünyanın özellikle asrımızda çok çok muhtaç olduğu dine büyük bir zarar vermektedir.Diğer taraftan, kendilerine Cennet vaad edilen câhil insanlar, insanlık için çok tehlikelidir; tehlikeli olduğunu görüyoruz. Ayrıca tarihte Hasan Sabbah örneği vardır ki, bu kişinin adamları, Cennet vaadiyle kandırıldıklarından gözlerini budaktan esirgemiş, ölümden korkmamış, pek çok cinayet işlemişlerdir. Böyle insanların teknoloji asrı olan zamanımızda ne derece zararlı olacaklarını izaha gerek duymuyorum. Burada kendi ülkemizin idarecilerine de bir hatırlatmada bulunmak istiyorum:Türkiye’de insanlar doğru İslamiyeti öğrenmelerine engel olmayın. Dinini yaşama gayreti içerisinde olanları potansiyel suçlu, mürteci olarak görmeyin. Çünkü, doğru İslamiyeti bilen bir insan, değil, masum insanları, karıncayı dahi öldüremez, hatta tesbihine engel olmamak için sineği bile öldüremez, bir çiçeği dalından koparamaz.Cehaletin, tutuculuğun, taklidin son derece zararlı olduğunu, dinimizin bu kötü vasıflara karşı çıktığını söylüyor ve onun bu yaklaşımından en çok faydayı görecek olan devletin, “doğru İslamiyetin” öğretilmesi için seferber olmasını arzuluyorum. 

Kıyamet Alâmetleri isimli bir kitabın yazarı olarak, bu olayı bir de kıyâmet alâmetleri açısından değerlendirir misiniz?

Evet, Rabbimiz, kıyametin kesin olduğunu bildirir, ancak hikmeti gereği buna bir zaman vermez. Ancak özellikle hadislerde kıyametin pek çok alameti üzerinde durulur. Bu olayı da kıyamet alâmetlerinden Kur’ân’da da yer alan Ye’cüc ve Me’cüc içerisinde değerlendirebiliriz.Kılasik kitaplara göre Ye’cüc ve Me’cüc, yarılan bir dağdan çıkacak küçük küçük insanlardır. Bediüzzaman’a göre ise, bu iki taife yağmacı, fesat çıkaran, medeniyet ehlinin birdenbire ölümüne sebep olan anarşistlerdir. Dünyanın pekçok yerinde böyle yıkıcı toplulukların ortaya çıkmasına 20 asırda, dinin geri plana atılıp, dinsizliğin yaygınlaştırılmaya çalışılması, maneviyattan uzak materyalist insan yetiştirme faaliyetleri sebep olmuştur. Çare insanlara Allah’a ve ahiret gününe iman esaslarının yerleştirilmesidir.

Son olarak söyleyeceğiniz bir şey var mı?

Son olarak dört önemli hususa dikkat çekmek isterim.

Birincisi, biz neyin hayırlı, neyin şer olduğunu anlayamayız. Nazarımız biraz ilerisini göremez. Bu olaydan da pek güzel hayırların çıkacağından eminim. Bu hayırlardan birisinin olaydan psikolojik olarak pekçok etkilenen Amerikan halkının aradığı teselliyi, ilacı, merhemi İslamiyette bulmasıdır. Ki, zaten başka hiçbir şey o insanları teselli edemez. Bu neticenin meydana gelebilmesi için bizlere düşen görev de, doğru İslamiyeti öğrenmek, yaşamak, anlatmak olmalıdır.

İkincisi, bu tür olaylar, ne kadar merakı tahrik ederse etsin, merakla takip edilmeye değen olaylardan değildir. Bediüzzaman, değil, böyle nispeten küçük olayları, herkesin namazı dahi terk ederek radyo başına toplandığı İkinci Dünya Savaşını dahi hiç merak etmemişti. Etrafındakıler niçin merak etmediğini, bundan daha önemli bir mesele mi olduğunu sorduklarında ise şu cevabı vermişti:“Evet, dünya savaşından daha büyük bir olay ve yeryüzündeki hâkimiyet davasından daha önemli bir dava, herkesi, özellikle Müslümanların başına açılmıştır. Her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar serveti olsa, eğer aklı yerinde ise o tek davayı kazanmak için tereddütsüz sarf eder.” Öyle ise bizler de kalbimizi zâlimlerin zulmü ile meşgul etmeyelim. İnsanların dünyevî hayatlarını kaybedip etmeyeceklerini değil, “ebedî hayatı kazanıp kazanamayacaklarını düşünelim ve başta kendimizin, sonra da başkalarının ebedî hayatı kazanabilmesi için gayret gösterelim.

Üçüncüsü, Allah’ın rububiyetine karışmayalım. O, Rab ismi gereği, bütün kainatı idare eder, terbiye eder, kemalata doğru yöneltir. Biz, bize ait olmayan bu işe karışmayıp, kendimizi bu ağır yükün altından çıkaralım. İbrahim hakkı Hazretlerinin dediği gibi, “Pencereden seyredip içine girmeyelim.” Ben kendim, bu ümitsizlik dünyasında her güne, “Bugün Rabbim benim ve dünya için ne takdir edecek” diye tatlı bir merakla başlıyorum.

Dördüncüsü de, Amerika’nın ve Avrupanın İslam dünyası üzerinde sinsi planları varsa, Rabbimin de bu planı yapan, o tuzağı kuran Amerika, Avrupa ve Rusya’nın üzerinde bir planı vardır. Planları boşa çıkaracak olan ve kendi planını harfiyyen uygulayacak olan ise O’dur. Öyle ise gemiye binelim, yükümüzü yere bırakalım, koltuğumuza kurulalım, seyreyleyelim gümbürtüyü...


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bakara Sûresi, 190.

[2] Bakara Sûresi, 229.

[3] İbni Mâce Cihad: 38, Müslim, Cihad: 3.

 

 



Ana Sayfa | Yardım | İletişim
Telefon: +90 536 587 69 07 | Faks: +90 212 652 0027 | www.mutluyayincilik.com.tr
Adres: Şirinevler Mahallesi Bağlar Mevkii, Yiğit Sokak 2/3 Bahçelievler-İstanbul
© 2015 Mutlu Yayıncılık. Tüm hakları saklıdır.