Sepetiniz boş

Yeni Üye | Kullanıcı: Şifre:

 

İslâm ve Milliyetçilik (Yeni Asya Gazetesi 1994)


Bu röportaj, İsmail Mutlu'nun Yeni Asya Gazetesinde çalıştığı 1994 yılında Ma'ruf Özülkü tarafından adı geçen gazete için yapılmış, fakat yayınlanmamıştır

Bize kendinizi tanıtırmısınız?

1962 yılında Sivas'ın Kangal kazâsında doğdum. İlk tahsilimi Kur'ân kursunda yaptım. Dokuz yaşına kadar Kur'ân kursun'da okudum. Allah'ın bir lütfu olarak Latinceyi kendi kendime öğrendim ve İlk okula 3. sınıftan başladım. Böylece Kur'ân kursuna gittiğim için geçirdiğim zamanı telâfi etmiş oldum. İlk ve orta okulu Kangal'da okudum. İmam hatip lisesine gitmeyi çok arzu etmeme rağmen, kazâmızda imam hatip olmadığı için imam hatibe gidemedim.

Ortaokuldan sonra girdiğim parasız yatılı okul imtihanını kazandım ve Lise tahsilimi Sivas Lisesi'nde parasız yatılı olarak tamamladım. Lise 1. sınıfta iken Risâle-i Nurları tanıdım. Liseye kadar dinî konularda bir hayli müktesebatım vardı. Bu bana Risâle-i Nurları diğer bilgilerimle karşılaştırma imkânı verdi. Benim için Risâle-i Nurlar çok orjinal geldi. O günden sonra Risâle-i Nur sohbetlerine büyük bir arzu ile devam ettim.

İlk okuldan beri içimde bir yazma arzusu vardı. Orta okulda iken Osmanlıca küçük bir ilmihali Latin harflerine çevirmiştim. Sonradan o ilmihal bana çok yavan geldi. Çeşitli kitaplardan el yazısıyla yaklaşık 300 sayfa olarak onu yeniden yazdım.

İlk yazım lise son sınıfta iken Din Görevlileri Federasyonu tarafından aylık olarak çıkarılan Hakses mecmuasında neşredildi. "İslâm'da cihad ve Ashabın cihad anlayışı" başlıklı bu yazım altı sayfa civarındaydı. Mecmuada hiç değiştirilmeden ve kısaltılmadan aynen neşredilmişti.

Lise tahsilimi normal vakitte, 1980 yılında tamamladım. Liseden sonra dinî bir tahsil almayı düşünüyordum. Bu sebeple imam hatibin fark derslerini verip Yüksek İslam Enstitüsüne devam etmek istedim. Çünkü o yıllarda Yüksek İslâm enstitüleri sadece imam hatip lisesi mezunlarını alıyordu. Kangal müftüsü Ömer Akşit Bey'den Arapça dersleri almaya başladım. Bu arada girdiğim üniversite imtihanın neticesi geldi. O yıllarda Türkiyenin en yüksek dinî eğitim müessesi olan Ankara İlâhiyet Fakültesini kazanmıştım. Müftü Ömer Beye durumu bildirdiğimde, "Sen benden daha yüksek bir okulda okuyacaksın. Hayırlı olsun. Artık dinî tahsilini orada tamamlarsın" dedi. Kendisi Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsünden mezun olmuştu.

1980 yılında Ankara'ya kayıt için gittiğimde ilk işim Hakses Mecmuasına gitmek oldu. O yıllarda Din Görevlileri Federasyon başkanı olan İsmail Coşar Beyle tanıştım. Kendisi şu anda milletvekili. Benimle yakından ilgilendi. Yeni yazılarımı beklediğini söyledi.

Oradan çıktıktan sonra Diyanet Gazetesi'ne gittim. O yıllarda Diyânet Gazetesi'nin ve Diyânet Çocuk Dergisi'nin neşir işlerini yürüten Ahmed Efe ile tanıştım. O da benimle ilgilendi. Yazılarımı beklediğini söyledi.

Fakülteye başladığımda gerek Hakses Mecmuası'nda, gerekse Diyanet Gazetesinde ve Diyanet Çocuk Dergisinde yazılarım neşredildi. 1982 yılında da Yeni Nesil ve Tasvir gazetelerinde yazılarım neşredilmeye başladı. Ayrıca Ankara Din Görevlileri Derneği tarafından çıkarılan Dâvet Dergisi'nde de seri yazılarım çıktı.

1982 yılında Doç. Bahriye Üçok'un Cumhuriyet Gazetesi'nde tesettür aleyhinde bir yazısı neşredildi. Bu yazıyı okuduğumda meseleyi çarpıttığını gördüm. Bahriye Üçok'u değil, onun gibi düşünen herkesi muhatab alarak cevabî bir yazı kaleme aldım. Fakat o yıllarda gazetelerde tesettür lehinde yazı neşredilmesi İhtilalciler tarafından yasaklanmıştı. Yaptığım çalışmayı şu anda Zaman Gazetesinin İmtiyaz sahibi olan ve kendisiyle önceden tanıştığımız Alaaddin Kaya Beye götürdüm ve ücretini sonra ödemek üzere İslâm'da Tesettür ismiyle küçük bir kitapçık olarak 5000 adet bastırdım. Fakat fakültede Neda Armaner gibi hocalar benim bu çalışmamdan rahatsız oldular. Bu çalışmam bâzı arkadaşlarımın yardımları ve Hakses Mecmuâsı'nda çıkan ilânlar sayesinde çok kısa zamanda satıldı. Bu benim için büyük bir şevk unsuru oldu. 1985 yılında Fakülteyi bitirinceye kadar İslâm'da İlkler, Teaddü-ü Zevcat ve İslâm Dini, Kader Nedir? isimli üç kitap daha neşrettim.

1985'te fakülteyi bitirdikten sonra İstanbul'da, Yeni Asya Gazetesinde araştırmacı yazar olarak iş hayatına başladım. Bu yayınevinden pekçok kitabım neşredildi. Ayrıca Yeni Asya gazetesinde pekçok araştırmalarım yayınlandı. Burada okuyuculardan gelen dinî suâllere cevap yazıyorum. Evliyim. Enes ve Bilal isimli iki oğlum var.

Şimdi efendim, sizin Bediüzzaman'ın Görüşleri Işığında İslâm ve Milliyetçilik isimli eseriniz üzerinde konuşalım:

İlk sorumuz, bu mevzuyu işlemenize hangi gelişmeler sebep oldu?

Dinimizin hassasiyetle üzerinde durduğu mühim konulardan birisi de ırkçılıktır. Irkçılık, gerek âyet-i kerimelerde, gerekse hadis-i şeriflerde şiddetle yasaklanmıştır. Fakat ne yazık ki, bu yasak iyi anlaşılmamış, İslâm alemi bu yasağı dinlememenin faturasını çok pahalıya ödemiştir. Muhteşem Emevî Devletini yıkan ırkçılık olmuştur. Meşrutiyetten sonra Osmanlıyı parçalayan yine ırkçılık olmuştur. Birinci ve İkinci dünya savaşlarının temelinde ırkçılık yatar. Bu savaşlar milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur. Batıda ırkçılık adına pekçok cinâyet işlenmektedir. Bosna Hersek katliamının sebebi, Müslümanları ve Türkleri yok etmektir. Yani yine ırkçılık adına yapılmaktadır. Doğu hadiselerinin temelinde yatan gerçek yine ırkçılıktır. Ayrıca Türkiye'de Cumhuriyetten sonra ırkçılık adına çok zulümler yapılmıştır. Irk din yerine konulmuş, "Kâbe Arabın olsun, Çankaya bize yeter" gibi hezeyanlar söylenmiştir. Ezan 18 yıl Türkçe olarak okutulmuş, Kur'ân, hutbenin Arapça kısımları Türkçe okutulmuş, yapılan harf devrimiyle bin yıllık mâzi silinmiş, sırf Müslümean oldukları için Osmanlılar, Selçuklular atlanarak Etilere, Cengiz'e, Hülagu'ya ata diye sahip çıkılmış, Türk ırkını tespit için kafatası ölçülmüştür.

Günümüzde de yıllardır Rusların eğemenliği altında yaşayan Türklerin bağımsızlığa kavuşmaları, bâzılarında yine bir "Türklük" düşüncesi uyandırmaktadır.

İşte bütün bunlar bende İslâmiyetin ırkçılığa bakışını, ırkçılığın tarih boyunca Müslümanlara verdiği zararları ele alma, bir hakikati tespit için Cumhuriyet tarihinde yapılan ırkçılığı nazara verme fikri uyandırdı. Ve faydalı olacağını düşünerek böyle bir çalışma yaptım. Eserin büyük bir rağbete mazhar olması, yapılan çalışmanın yerinde olduğunu göstermesi bakımından mühimdir.

Kitabı yazarken önceliklere nelere dikkat ettiniz? Diğer bir ifâdeyle çalışmanız sırasında ehemmiyet verdiğiniz hususları anlatır mısınız?

Herşeyden önce yaptığımız çalışma tamamen kronolojiktir. Meseleyi İslâmiyetin ilk yıllarından başlattık. Emevîler, Meşrutiyet ve Cumhuriyet devrindeki ırkçılığın tarihi seyri üzerinde durduk. Ayrıca ırkın inkar edilmemesi gereken bir gerçek olduğunu, Türkün, "Ben Türküm," Arabın "Ben Arabım," Kürdün "Ben Kürdüm" demesinin ırkçılık olmadığını nazara vermeye çalıştık.

Bir diğer husus, yaptığımız çalışma akademik bir çalışmadır. Söylediğimiz herşey bir kaynağı dayanmaktadır.

Bildiğiniz gibi "İslam ve milliyetçilik" mevzuuyla alakalı gerek müsbet, gerek menfi birçok eser neşredildi. Siz bu mevzuuyu işlerken belirlenememiş hangi noktaları tespit ettiniz? Eserin orjinalitesi açısından soruyorum.

Bizim yaptığımız çalışmanın en orjinal tarafı ismidir. Yani, çalışmanın Bediüzzaman'ın Görüşleri Işığında yapılmış olmasıdır.


"Bediüzzaman'ın Görüşleri Işığında" olması esere nasıl bir orjinallik getiriyor? Bediüzzaman'ın görüşlerinin mevzuyla alakası ve katkısı nedir?

Çalışmamıza bu ismi vermemizin çeşitli sebepleri vardır. Bunları şöylece sıralayabiliriz:

Bediüzzaman, yüzyılımızın yetiştirdiği büyük İslâm âlimlerindendir. Asrımızın müceddididir. Dinin yok edilmeye çalışıldığı zamanda hayatını ortaya koyarak yaptığı iman hizmetiyle milyonların gönlünde taht kurmuştur. Dünyanın çeşitli dillerine eserleri tercüme edilmiştir ve halen de edilmektedir. Hakkında doktorolar yapılmaktadır. Böyle bir zâtın görüşlerini konu alan bir eser, şayet hakkı tam olarak verilmişse, elbette orjinal olacaktır.

Bir diğer husus, Bediüzzaman, ırkçılığın başladığı ve geliştiği Meşrûtiyet Dönemini bizzat yaşamış ve bu devirdeki ırkçılık düşüncesiyle mücâdele etmişti. Yine ırkçılığın yoğun bir şekilde icra edildiği Cumhuriyet Devrini de yaşamış, ölümü göze alarak ırkçı zihniyetle mücâdele etmiş, ırkçılığa şiddetle karşı çıkmıştı. Dolayısıyla bütün bunları yaşayan bir İslâm âliminin görüşlerinin esas alındığı bir çalışma elbette orjinal olacaktır.

Çalışmamıza Bediüzzaman'ın görüşlerini esas almamızın bir diğer sebebi, ırkçılığa karşı şiddetli bir mücâdele veren böyle bir zâtı, bâzı yayın organlarının "Kürtçü"; bâzı yayın organlarının ise "Türkçü" göstermesidir. Oysa Bediüzzaman ne Kürtçüdür, ne de Türkçüdür. O, tam mânâsıyla bir İslâm milliyetçisidir. Hayatı boyunca ırkçılığın zararları üzerinde durmuş ve bütün Müslümanların ırklarına bakılmaksızın tekbir millet olduğunu savunmuştur. Onun, "Milliyetimiz bir vücuttur, ruhu İslâmiyet, aklı Kur'ân ve imandır," "Milliyetimizi yalnız İslâmiyet biliyorum," "Biz Müslümanlar yanımızda ve indimizde din ve milliyet bizzat müttehittir [birdir]" gibi sözleri bu gerçeğin ifâdesidir.

Bediüzzaman'ın haklı olarak dünya gündeminde yer alması da bu çalışmada onun görüşlerine fazlasıyla yer vermemizin bir başka sebebidir. Dünya gündeminde yer alan böyle bir alimin görüşleri elbette orjinaldir ve ele alınması gerekir.

Burada Bediüzzaman Hazretlerinin, ırkçılık adına İslâmın mukaddes değerlerine karşı çıkıldığı, Kur'ân yerine Türkçesinin ikame edilmeye çalışıldığı, camilerde Türkçe Kur'ân okunduğu, ezanın Türkçeleştirildiği bir dönemde, böyle bir gelişmeye karşı Rumuzât-ı Semâniye isimli bir eser kalem aldığını da ifâde edelim. Bu eser, günümüz Türkçesiyle ve açıklamalı olarak tarafımızdan yayına hazırlanmıştır. Kısmet olursa yakında mutlu Yayıncılık tarafından neşredilecektir.


Kitapta aktüel diyebileceğimiz yakın tarih soruşturması da yer alıyor. Bunun faydasını anlatır mısınız?

Bu, yakın tarihi bilmek ve mâzimizle, İslâmiyetle bağlarımızı koparmak isteyenleri milletimizin tanıması açısından mühimdir. Ayrıca okuyucuya, İslâmiyet için öylesine zararlı günlerin geride kaldığını, o günlerde din ortadan kaldırılamadıysa, şimdi buna kimsenin güç yetiremeyeceği düşüncesini vermekle onları ümitsizlikten kurtarır, şevk verir.

Cumhuriyet Devri ırkçılık anlayışından söz ediyorsunuz. Türk ırkını tespit gerekçesiyle kafatası ölçüldüğünü ifâde ediyorsunuz. Kitabınızda da bunu genişçe ele almışsınız. Bunu Türk insanına olan sevginin bir neticesi diye yorumlamak mümkün mü sizce?

Kesinlikle. Bunun Türk insanına sevgiyle ne alâkası var. Türklerin üstün ırk olduğunu ortaya koymak, böylece Müslümanları İslâmiyetle değil, ırkıyla şeref kazanmaya yöneltmek için, başka bir ifâdeyle ırkı din yerine koymak için yapılmıştır. Kafatası ölçmenin Türklere sevgiyle hiçbir alâkası yoktur.


Mevzuyla alakalı olarak Osmanlının millet anlayışını değerlendirir misiniz?

Millet, aynı dinden olanlar topluluğu demektir. Kur'ân-ı Kerimde ve hadislerde, millet, din ve şeriat mânâsında kullanılır. Meselâ Bakara Sûresinin 130, 135. âyetlerinde, Âl-i İmran Sûresin 95. âyetinde geçen "millet-i İbrahim" ifâdesi, "Hz. İbrahim'in dini" demektir."

Bediüzzaman, millet tarifi üzerinde hassasiyetle durur. Çeşitli eserlerinde din ile milliyetin aynı olduğunu söyler.

Osmanlı, millet ifâdesini din olarak almış ve öyle kullanmıştır. Böylece ırklarına bakılmaksızın bütün Müslümanlar asırlardır kardeş olarak yaşayabilmişlerdir. Asırlardır Osmanlı Devletini parçalamak isteyen "dessas Avrupa zâlimleri" son çare olarak ırkçılık zehrini atıncaya kadar da, "millet" şemsiyesi altında farklı ırklar kardeşçe yaşamaya devam etmişlerdir.

Ne zaman ki, Avrupanın attığı ırkçılık tohumu yeşermiş, Osmanlı Devletinde de "millet" yerini ırk almıştır. Bu acı günleri yaşayan Bediüzzaman Hazretleri, güzel bir benzetmeyle Meşrûtiyetteki parçalanmayı "tebelbül-ü akvam"a benzetir. Tevrât'ta bildirildiğine göre, Hz. Nuh'un oğulları gökyüzüne ulaşmak için büyük bir kule yaptırmışlardı. Yüce Allah bu kulede çalışmakta olanların dillerini değiştirdi ve onları birbirlerini anlamaz hale getirdi. Meşrutiyetten sonra da asırlardır birlikte yaşayan Müslümanlar ırkçılık sebebiyle birbirlerini tanımaz oldular. Kürtler, Türklere, Türkler Kürtlere, Araplar, Türklere, Türkler Araplara düşman oldular. Birbirleriyle mânâsız bir mücâdeleye giriştiler. Bâbil Kulesinde diller ayrıldığı gibi, ırkçılık hareketiyle de kardeş ülkeler birbirlerinden ayrıldılar, ayrılmakla da kalmayıp birbirlerine düşman oldular.

Millî Şâir Mehmed Âkif Ersoy'un da menfî milliyetçilik akımlarına karşı özellikle ihtar ve ikazları var. Eserinizde de buna yer vermişsiniz. Mehmed Âkif'in çalışmaları tesirini gösterebilmiştir?

Öncelikle şunu söylemek isterim. Bizler Allah yolunda mücâdele etmekle vazifeliyiz. Sözlerimizin, kitaplarımızın, makalelerimizin tesirini yaratan ise Allah'tır. Bizler kul olarak Allah'ın vazifesine karışmamalıyız.

İşte din için, vatan ve millet için gayret gösteren Mehmed Âkif de, Allah rızâsı için dinsizlik akımına karşı mücâdele vermiştir. O, gayretinin mükâfatını alır. Ayrıca çalışmalarının tesirsiz olduğu da söylenemez. Elbette tesiri olmuştur.

Eserinizde bir de Ahmed Naim Bey diye bir Osmanlı aydınından söz ediyorsunuz. Kendisinin bu meyanda yaptığı faaliyetlerden bahsediyorsunuz. Bu çalışmaları değerlendirir misiniz?

Ahmed Nâim Bey, Bananzâde Ahmed Nâim ismiyle meşhur olan büyük bir İslâm âlemidir. Sahih-i Buharî Muhtasarı'nın 1 ve 2. cildini Arapçadan Osmanlıcaya çevirmiştir. Gerek İslâm'da Dâvâ-yı Kavmiyet isimli eseriyle, gerekse Sebilürreşat gibi gazetelerde kaleme aldığı tesirli yazılarıyla, İslâmiyetin ırkçılığa karşı çıktığını, ırkçılığın ayrılığı sebep olduğunu, hürriyetin elden çıkmasını netice vereceğini ifâde etmiştir. Meşrûtiyetin başında açılan Arap külüplerine karşı çıkmıştır. Ahmed Nâim Bey de ırkçılığa karşı gerçekten takdire değer bir mücâdele vermiştir. Eserimizde bu zâtın görüşlerine geniş olarak yer verdik.

Özellikle belirtmek istediğiniz birşey yoksa benim soracaklarım bu kadar.

Asrımızın insanının kitap okumaya fazla vakti yok. İnsanımızın gündemde olan Üstadımızı yakından tanıyabilmesi için onun çeşitli konulardaki görüşlerinin müstakil kitaplar halinde neşredilmesi gerekmektedir. Böylece okuyucuya ulaşmak daha kolay olacaktır. Biz gerek İlâhî Proğram Kader'i yazmaya başlarken, gerekse İslâm ve Milliyetçilik isimli eserimize başlarken meselenin büyük bir kitap hacminde olabileceğini tahmin edememiştik. Fakat meselenin içine girdikçe her iki konuda da hacimli eserlerin çıktığını gördük. Meselâ son çıkan İslâm ve Milliyetçilik isimli eserimiz 300 sayfadır. Dolayısıyla herkesin ümitsizliğe düşmeden, cesâretle, Risâle-i Nurlar üzerinde sahasıyla ilgili konularda çalışma yapmalarını arzu ediyorum.

Benim Bediüzzamanla ilgili bu çalışmam ilk olmadığı gibi, son da olmayacaktır. İlk değil diyorum, çünkü pek çok kitabım Bediüzzaman'ın görüşleri ışığında kaleme alınmıştır. Yine 65 kitabımın tamamında Bediüzzaman'dan alıntılar vardır. Ayrıca Türkiye'de ilk defa Risâle-i Nurları günümüz Türkçesiyle ve açıklamalı olarak neşretmek bana kısmet oldu. Kısmet olursa gücüm nispetinde onun çeşitli konulardaki fikirlerini kitaplar halinde hazırlamaya devam edeceğim. Onun ırkçılığa karşı çok güzel reçeteler sunduğu Divan-ı Harb-i Örfî, Makaleler ve Nutuklar isimli eserlerini üçünü bir arada günümüz Türkçesiyle, Açıklamalı ve nüsha karşılaştırmalı olarak yakında neşretmeyi düşünüyorum.

Teşekkür ederim efendim.

Ben de teşekkür ederim.



Ana Sayfa | Yardım | İletişim
Telefon: +90 536 587 69 07 | Faks: +90 212 652 0027 | www.mutluyayincilik.com.tr
Adres: Şirinevler Mahallesi Bağlar Mevkii, Yiğit Sokak 2/3 Bahçelievler-İstanbul
© 2015 Mutlu Yayıncılık. Tüm hakları saklıdır.