Kadın (Ab-ı Hayat Dergisi)
Hocam 100'den fazla esere imza atmış bir müellif olarak biz sizi tanıyoruz. Fakat dergimizin ilk sayısı olması sebebiyle okuyucularımıza kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
1962 yılında Sivas'ın Kangal kazâsında doğdum. İlk tahsilimi Kur'ân kursunda yaptım. Dokuz yaşına kadar Kur'ân kursunda okudum. Türkçe okuyup yazmayı kendi kendime öğrendiğim için ilk okula 3. sınıftan başladım. İlk ve orta okulu Kangal'da; lise tahsilini parasız yatılı olarak Sivas Lisesi'nde tamamladım. Liseyi bitirdiğim yıl olan 1980'de Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesine kayıt yaptırdım. Fakültede yıllarında Hakses Mecmuası'nda, Diyanet Gazetesi'nde, Diyanet Çocuk Dergisi'nde, Yeni Nesil ve Tasvir gazetelerinde; Dâvet Dergisi'nde makaleler yazdım.1982 yılında Doç. Bahriye Üçok'un Cumhuriyet Gazetesi'nde tesettür aleyhinde neşredilen bir makalesi üzerine cevabî bir yazı kaleme aldı. Hazırladığı yazıyı, talebe harçlığıyla, İslâm'da Tesettür ismiyle, küçük bir kitapçık olarak bastırdım. Bu ilk kitapcıktan sonra, 1985 yılında Fakülteyi bitirinceye kadar, İslâm'da İlkler, Kader Nedir? Teaddü-ü Zevcat ve İslâm Dini isimli üç kitap daha neşrettim. 1985'te fakülteyi bitirdikten sonra, İstanbul'da, Yeni Asya Gazetesi'nde araştırmacı yazar olarak iş hayatına başladım. 1986'dan ayrılış tarihi olan 1994 yılına kadar Meşveret köşesini hazırladım. Bu arada Yeni Asya Neşriyat tarafından birçok eserim neşredildi. 1992 yılında Mutlu Yayıncılık ismiyle bir yayınevi kurarak kitaplarımı bu yayınevinden neşretmeye başladım. Şu anda yazıp yayınladığım eser sayısı 110'dur.
Hocam sizinle söyleşimiz kadın konusunda olacak. Kadınlara yönelik yaptığınız ve yapmayı düşündüğünüz çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Benim ilk kitap çalışmam, İslam'ta kadın haklarına evliliğe yönelik bir araştırma idi. Fakat bunu yayınlayamadım. Sonradan bu çalışmamın bazı bölümlerini geliştirerek neşrettim. Hanımlara yönelik yayınlanan eserlerim, Hanımlara Fetvalar, Hanım Sahabiler, İslam'da Örtünme, Hz. Aişe, Hz. Fatıma, Kadın Kaburga Kemiğinden mi Yaratıldı, Hz. Adem'i Havva mı Kandırdı? Yazmayı düşündüğüm kitaplar ise Allah lütfederse, Kur'an'n Penceresinden Kadına Bakış, Tarihte Kadının Konumu, İslam Kaynaklarında Kadın Aleyhtarlığı gibi isimlerde olacaktır.
Hocam benim de sorularımdan bir tanesi yazdığınız bir kitapla yakından alakalı. Sorum şu: Hz. Adem'i kandırarak insanın Cennetten çıkarılmasına sebep olan Havva mıdır? Başka bir ifadeyle bir kadın yüzünden mi insan Cennetten çıkarıldı?
Erkeğin cennetten çıkmasına kadının sebep olduğu şeklindeki yaygın düşünce, Tevrat kaynaklıdır. Orada bu olay şöyle anlatılır:Cennetten çıkardığını Âdem ile Havva Cennette yaşarlarken, kır hayvanlarının en hilekârı olan yılan Havva'ya, "Allah size herhangi bir meyveyi yasakladı mı?" diye sordu. O da, "Bütün meyveleri serbest bıraktı. Sadece yiyip ölmeyelim diye bir ağacın meyvesini yasakladı" dedi.Yılan, "Kesinlikle, eğer ondan yerseniz iyi olanı da kötü olanı da bilir ve Allah gibi olursunuz" dedi. Havva ağaca baktığında onun meyvesinin çok hoş olduğunu gördü. Meyveyi aldı, yedi, yemesi için kocasına da verdi, o da yedi. O anda birden çıplak olduklarını farkettiler, incir yapraklarını dikip kendilerine elbise yaptılar.1Yasak meyveyi yedikten hemen sonra günün serinliğinde bahçede gezinti yapan Rab Allah'ın sesini işittiler ve saklandılar. Rab onlara seslendi. Adem'e, "Yasakladığım ağaçtan yedin mi?" diye sordu.O, "Yanıma verdiğin kadın o ağacın meyvesinden bana verdi, ben de yedim" cevabını verdi.Bundan sonra Rab Allah kadına sordu.Kadın, "Yılan beni aldattı, ben de yedim" dedi.Rab Allah yılana dedi:"Bu yaptığın şey sebebiyle bütün sığırlardan ve bütün kır hayvanlarından daha lanetlisin. Karnın üzerinde yürüyeceksin, ömrünün bütün günlerinde de toprak yiyeceksin. Seninle kadın arasına ve senin zürriyetinle onun zürriyeti arasına düşmanlık koyacağım. O senin başına, sen de onun topuğuna saldıracaksın."Sonra kadına da şöyle dedi:"Zahmetini ve hamileliğini fazlasıyla artıracağım. Sancı ile çocuk doğuracaksın. Arzun kocana olacak, o da sana hâkim olacaktır."Âdem'e ise şöyle dedi:"Karının sözünü dinlediğin, sana yasakladığım ağacın meyvesinden yediğin için toprak senin yüzünden lanetli oldu. Ömrünün bütün günlerinde ondan zahmetle yiyeceksin. Sana diken ve çalı bitirecek, kır otunu yiyeceksin."Tevrat'ta, bundan sonra çiftin yeryüzüne indirildiği, çocukları olduğu konusu detaylı bir şekilde anlatılır.Tevrat'ta yer alan "Arzun kocana olacak, o da sana hâkim olacaktır" ifâdesi, bu metnin İlâhî olmayıp, kadın düşmanı ve ona hükmetmeyi isteyen erkeklerin kaleminden çıktığının çok açık bir alâmetidir.Yahudi yorumcular, Hz. Âdem'in suçsuzluğunu ispat için oldukça çaba sarfetmişlerdir. Bu yorumlara göre o, ağaca dokunmadan onun meyvesini yemekte bir sakınca olmadığını düşünmüş, Havva'ya güvendiğinden, verdiği meyvenin yasak ağaca ait olduğunu düşünmemiştir.Yahudi bilginleri, önce Havva'nın cezalandırılmasının sebebi olarak, "peşinden gelenin günaha düşmesine sebep olan bir insanı Allah önce cezalandırır" hükmünü çıkarmışlardır. Diğer taraftan, suçun şahsiliği ilkesini göz ardı ederek, Havva'ya verilen cezanın, her kadına şâmil olduğunu söylemişlerdir.2 Gerçekten de eğer çocuk doğurmak bir ceza ise (!) Havva'ya verilen bu ceza, bütün kadınlara miras olarak geçmiştir.Yine Yahudi kaynaklarında Havva, hissî davranışları temsil eden, sürekli olarak günahkâr ve günaha teşvik eden olarak görülmüştür. Bununla birlikte, Yahudilere göre, Hz. Âdem ve Havva'nın hatası sebebiyle, başkaları suçlanmazlar. Yahudilikte de İslâm'da olduğu gibi, suçun şahsîliği esastır.Kutsal kitaba göre Havva'nın suçu yüzünden Âdem, ekmeğini ter döküp çalışarak elde edecek, Havva ise acılar içinde çocuklar doğurup yeni kuşaklar yetiştirecektir. Burada dikkate değer olan nokta, verilen cezanın erkeğin emeğinin "kahırlı" bir yük haline getirilmesine karşılık, kadının emeğini değil, çocuk doğran bedenini acı ve ıstıraba mahkum etmesidir. 19. yüzyılda, doğum sırasında acıyı hafifletecek yöntemler ortaya atıldığı zaman, çok dindar olduğu bilinen İngiltere kraliçesi Victorya'nın, Kutsal Kitab'ın emrine aykırı olduğu için bu uygulamaya şiddetle karşı çıktığı bilinir. Kadının sadece doğurması değil, acı çekerek doğurması gerekmektedir.Hıristiyanlar da, Havva'yı, suçun, günahın sembolü olarak görmüşlerdir. Hıristiyan dünyasının tarihindeki kadına bakış, her zaman bu anlayışın ürünü olmuştur. Bunun sonucunda da kadınlar ezilmiş, diri diri yakılmış, ruhu var mı yok mu diye tartışma konusu olmuştur. Kadına uygulanan bütün bu baskılar, sonuçta "feminizm" hareketini doğurmuştur. Böylece ezilen kadın, kurtulduğunu sandığı anda "metalaşmış"tır.İncillerin boşluğunun tamlandığı kitaplarda bu defa yeryüzünde şeytanın Hz. Havva'yı kandırdığı, Havva'nın duasının kabul edilmediği, Hz. Âdem'in onun için dua ettiği bildirilir.Batı Hıristiyan kaynağı, Yahudilikten devraldığı "Cennetten kovulma" öyküsüne dayanarak, "Bu dünyadaki acının ve ıztırabın kaynağı nedir?" sorusuna, "İlk cinsellik günahı ve bunun sorumlusu olan kadın" cevabını verir.Fransız romancı Honore de Balzac (1799-1850) ise Cennetten çıkarılmış olmanın suçunu yine Havva'ya yüklüyor ve şöyle diyor:"Kadınlar bizleri Cennetin kapısından Cehenneme sokan şeytanlardır."Aziz Augustine de Âdem'i kandırıp Cennetten çıkaranın Havva olduğu kanaatindedir. Kur'an'a baktığımızda ise Rabbimizin bu olay sebebiyle her ikisini muhatap aldığını hatta Hz. Havva'yı değil, Hz. Adem'I suçladığını görürüz. İlgili ayetler şöyledir:Şeytan onlara vesvese verdi, "Rabbiniz, ya melek olur veya ebedî olarak Cennette kalırsınız diye bu ağaçtan yemenizi yasakladı." "Ey Âdem, meyvesinden yediğinde ebedi olarak Cennette kalacağın bir ağacın ve tükenmez bir mülkün yolunu sana göstereyim mi? Ben ancak sizin iyiliğiniz için öğüt veriyorum" diye yemin etti.Sonunda onları aldattı. Rabbimiz bu olayda Hz. Âdem'i suçlayarak "Âdem böylece Rabbine isyan etti ve umduğuna eremedi" buyurmuştur."Onlar da yasak meyveden yiyince avret yerleri açığa çıktı, Cennet yapraklarıyla örtünmeye çalıştılar. Rabbimiz onlara, ‘Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Ben size ‘Şeytan apaçık düşmanınızdır' demedim mi?' diye seslendi.Onlar "Ey Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Eğer Sen bize merhamet etmezsen biz elbette zarara uğrayanlardan oluruz" dediler.Bakara Sûresi'nde şeytanın Âdem ile Havva'nın ayağını kaydırdığı, onları Cennet nimetlerinden mahrum bıraktığı, Âdem'in derhal tevbe ettiği, Rabbimizin onun tevbesini kabul ettiği nazara verilir.Tâ Hâ Sûresi'nde ise bu olay şöyle haber verilir:"Andolsun ki, daha önce Âdem'e de "Bu ağaca yaklaşmayın" diye tavsiye (vahy) etmiştik. O bunu unuttu. Fakat Biz onu hatada ısrarlı bulmadık.""Sonra da Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve kendisine doğru yolu gösterdi."Görüldüğü gibi, burada kesinlikle tek başına Hz. Havva itham edilmemekte; aksine Hz. Adem suçlanmaktadır. Bakara Sûresi esas alındığında Havva'nın tevbesinden hiç bahsedilmeyip, Hz. Âdem'in tevbesinin nazara verilmesi, Yahudiliğin aksine olarak bu suçta mes'uliyetin Havva vâlidemize değil, Hz. Âdem'e yüklendiğinin göstergesidir.Diğer taraftan, Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta sancı ile çocuk doğurması kadına bir ceza olarak yakıştırılırken; Kur'an'da rabbimiz anneliği ve kadının çocuğu için sıkıntı çekmesini büyük bir fazilet olarak gösterilir. Anneye itaat istenirken., buna gerekçe olarak "Annesi onu zaaftan zaafa düşerek taşıdı. Sünnet kesilmesi de iki yıl sürdü" buyurulur. Ancak tefsirlere inildiğinde oralarda da Yahudi ve hıristiyan kültüründe olduğu gibi, Havva annemiz suçlanmaktadır. Bu ise Kur'an'dan uzaklaşmanın, hatta bu alanda "Yahudileşmenin ve Hıristiyanlaşmanın" göstergesidir. Tevrat'ta yer aldığına gore Hz. Adem'i kandırdığı için kadın zahmetli bir hamilelik yaşamak, sancı ile çocuk doğurmak, ve kocası kendisine hâkim olmakla cezalandırılmıştı. İslâm kaynaklarına ve sonradan yazılan kitaplara baktığımızda bu konuda Tevrat'ın da geride bırakıldığını görüyoruz. Meselâ Taberî'de Vehb bin Münebbih kanalıyla yer aldığına göre, bu olaydan sonra Allah Hz. Havva'yı bütün kadınlara da geçecek şekilde âdet görmeyle, doğum sancısı çekmeyle cezalandırdığı yer alır.Diğer taraftan, erkeğin kadın yüzünden cennetten çıkarılmadığının bir diğer delili de, insanoğlunun Kur'an'da açıkça bildirildiği üzere zaten yeryüzü için yaratılmış olmasıdır. Rabbimiz, ezelî takdirinde Hz. Âdem'i sürekli olarak Cennette kalması için değil, yeryüzünde halife olması için yaratmıştı.Nitekim şu âyette bu gerçek ifâde edilir:Hani Rabbin meleklere, "Yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti.Dolayısıyla, onun Cennetten çıkarılması ezelde takdir edilmişti. Zaten Cennete yerleştirildiklerinde de "Burada ebedî olarak kalın" şeklinde bir ifâde kendilerine söylenilmemişti. Sonuç itibarıyla bâzıları ebedî Cennette kalacaklardı, fakat bunun için de baba ve anneleri yeryüzüne inecek, onların nesilleri imtihan edilecek, bu imtihanı kazananlar Cennete, kaybedenler ise Cehenneme atılacaktı. İslam kaynaklarına baktığımızda Hz. Havva'yı suçlayan başka rivayetler de uydurulmuş olduğunu görürüz. Mesela bunlardan ikisi şöyledir:"İsrailoğulları olmasaydı yiyecek bozulmaz, et kokmazdı; Havva da olmasaydı, hiçbir kadın kocasına ihanet etmezdi.""Ben Âdem'e iki hususta üstün kılındım. Onun hanımı kendisine günahta yardım ederdi. Oysa benim hanımlarım Allah'a itaatta yardımcıdırlar. Onun şeytanı kâfir idi. Benim şeytanım Müslümandır, bana ancak iyilik emreder." Bu rivayetlerle ilgili kanaatlerimizi, Kadın Kaburga Kemiğinden mi Yaratıldı, Hz. Adem'i Havva Mı Kandırdı? İsimli kitabımızda açıkladık. İsterseniz, konunun uzaması için burada tafsilata girmeyelim.Ancak Hıristiyanlardaki ifrat ve tefrite, yani bir aşırılıktan başka bir aşırılığa düşmelerine örnek verelim:Hıristiyanlar, Cennetten çıkarılma suçunu Hz. Havva'ya verdiklerinden uzun zaman bütün kadınları suçlu olarak gördüler. Hatta Hz. Adem'le Hz. Havva'nın hatası sebebiyle her insanın günahkar olarak doğduğuna inandılar. Bunun için doğan çocukları vaftiz ederek bu "asli günahtan" arındırdıklarına inanmaktadırlar. Oysa Kur'an, suçun şahsiliği ilkesini savunur. Konuyla ilgili bir ayet şöyledir:"Onlar bir ümmetti ki, gelip geçtiler. Onların kazandığı onlara, sizin kazandıklarınız size âittir. Siz onların yaptıklarından mes'ul tutulacak da değilsiniz."Hz. Havva'nın suçuyla bütün kadınları mahkum ederek aşırı bir yola giren Hıristiyanlar; Hz. Meryem'i ilahlaştırarak bu defa başka bir aşırılığa düşmüşlerdir. Oysa Hz. Meryem sadece bir insandır, Hz. İsa'nın annesidir. İslam da Hz. Meryem'e önemli bir değer atfetmekle birlikte, hiçbir zaman onu Hıristiyanlar gibi yüceltmez. Zaten aşırılıklar her zaman başka bir aşırılığı sonuç verir.İslam, her zaman "orta yolu" gösterir.
Hocam, kadına kaybettiği şerefi, İslam'ın iade ettiği konusunda ne dersiniz? Çağlar üstü ilahi mesaj olan Kur'an'ı Kerim kadına nasıl bakar. Kur'an'ın kadına verdiği değer nedir?
Sizin de sorunuzda gizli olarak ifade ettiğiniz gibi, Allah kadını zaten şerefli olarak yaratmıştı. İlahi dinlerin aslı hallerinde kadın da erkek gibi önemli bir konuma sahipti. Fakat zaman içerisinde "ataerkil" anlayışla kadınlar horlanmaya, suçlanmaya, hatta ruhu var mı yok mu diye tartışılmaya, mabetlere sokulmamaya, İlahi kitapları okumalarına yasak getirilmeye başlanıldı. Hatta zaman içerisinde cahiliyye devrinde olduğu gibi, kız çocukları diri diri toprağa gömülmeye başlanıldı. Öyle ki kız çocuğu doğurmak anne için yüz karası sayılırdı. Hanımı doğum yapacak olan erkek, insanlardan saklanırdı. Eğer çocuk erkek olursa sevinerek ortaya çıkardı. Kızın oldu haberi verildiğinde ise içi kederle dolar, yüzü simsiyah kesilirdi. Onu zillet eseri olarak yanında tutma, veya diri diri toprağa gömme konusunda derin bir düşünceye dalardı. "Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek iyi adetlerdendir" denilerek bu vahşilikle övünülüyordu. İşte İslam güneşi bu atmosferde doğdu. İslam'ın kadına bahşettiği en önemli hak, aynı zamanda insanın en temel hakkı olan "yaşama" hakkı" olmuştur. Rabbimiz kızların diri diri toprağa gömülmesini yasakladığı gibi, bunu yapanlara vahşiliklerinin hesabını soracağı tehdidinde bulunmuştur. Bir başka ayette ise insanlar, fakirlik korkusuyla çocuklarını öldürmekten sakındırılmış ve çocukları öldürmenin gerçekten çok büyük bir günah olduğu nazara verilmiştir. Yine kız cocuklarını öldürenler, "hiçbir bilgiye dayanmaksızın ve beyinsizce evlatlarını katledenler" diye vasıflandırılmıştır.Araplar, "savaşıp yurdunu savunamayan mirascı olamaz" diyerek kadınları mirastan mahrum ederlerdi. İslam sayesinde yakınlarının haklarından miras almaya başladı. Bu konudaki bir ayet şöyledir:"Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır."Kadınların mirastan mahrum edilmeleri bir yana, kocası ölen kadının kendisi en yakın akrabalarına miras olarak geçerdi. Rabbimiz bu çirkin uygulamayı da şu ayetle yasakladı:Ey iman edenler! Kadınları, ölen kocalarının mirası gibi görüp onlara zorla varis olmanız size helal değildir. Boşamak istediğiniz kadınları da, onlara verdiğiniz mihrin birazını kurtarmak için sıkıntıya sokmayın."Cahiliyye devrinde bir erkek boşanmak istediği eşine zina iftirasında bulunur, onu boşar, verdiği mehri de zorla elinden alır, onu evleneceği kadına verirdi. Bu zulüm de şu ayetlerle yasaklandı:Hanımınızı boşayıp başka biriyle evlenme kisterseniz, evvelki hanımınıza yükler dolusu mehir vermiş olsanız bile ondan hiçbir şeyi almayın. Onu, hanımınıza ap açık iftira ederek ve apaçık bir günah yüklenerek alır mısınız?Verdiğiniz mehirleri hanımlarınızdan nasıl alırsınız ki, siz birbirinize o kadar yakın oldunuz, karı koca olarak birbirinize o kadar hukukunuz geçti.Kadınların haklarının korunduğu bir alan da boşamayla ilgilidir. Cahiliyye devrinde bir erkek hanımına eziyet etmek için onu boşar, iddet beklerken tekrar alırdı. Sonra yine boşar tekrar alırdı. Bunu bir oyuna dönüştürmüşlerdi. Kadını bırakmazdı ki, gidip başkasıyla evlensin. İslam bu zorbalığı kaldırdı. Boşama sayısını üçle sınırladı. Bir erkek eğer hanımını üç defa boşarsa, artık o kadın normal olarak başka bir erkekle evlenip ondan boşanmadıkça, eski kocasıyla tekrar evlenemezdi. Böylece kadın erkeklerin elinde oyuncak olmaktan kurtulmuş oldu. Konuyla ilgili ayet şöyledir:"Boşama iki keredir. Ondan sonra kadınları ya iyilikle hukuklarını gözeterek tutmak, ya da güzellikle bırakmak vardır. Bıraktığınız taktirde kadınlara verdiğiniz mehirden ve diğer şeylerden bir kısmını geri almanız size helal olmaz."Yine Cahiliyye devrinde bir erkek istediği kadar kadınla evlenirdi. İslam, evlenilecek kadın sayısını en fazla dörtle sınırladı.Bir erkek, babası vefat ettiğinde üvey annesi ile evlenebilirdi. Rabbimiz, "Babalarınızın nikahlamış olduğu kadınlarla evlenmeyin…Şüphesiz o çok büyük bir hayasızlık, iğrenç bir adet ve pek kötü bir yoldu" buyurarak bu çirkinliği yasaklamıştır.Rabbimiz, kadınlara iftira atarak onların şerefiyle oynanmasını büyük günahlardan sayar. Böyle kadınlara suç isnat edip de bunu dört şahitle ispat edemeyenlere ceza uygulanmasını ister. İlgili ayet şöyledir:Hür ve iffetli kadınlara zina isnad eden, sonra da dört şahit getiremeyen kimselere seksen değnek vurun ve onların şahitliğini ebediyen kabul etmeyin. Öyleleri yoldan çıkmışların ta kendisidir.Savaş esiri kadınlar, para karşılığı fuhşa zorlanırdı. Kur'an'da bu kesin olarak yasaklandı.Cahiliyye devrinde kocası ölen kadın, başka birisiyle evlenebilmek için bir yıl bekliyor ve bir nevi hapis hayatı yaşıyordu. Rabbimiz kocası ölen bir kadının eğer hâmile değilse, başka bir erkekle evlenebilmesi için beklemesi gereken vakti bir yıldan dört ay on güne indirdi. Konuyla ilgili âyet şöyledir:"Sizden vefat eden kimselerin arkalarında bıraktıkları hanımlar dört ay on gün iddet beklerler. İddetleri dolunca evlenmek için onların meşru bir şekilde yapacakları şeyden dolayı üzerinize bir günah yoktur."Bir ayette kadınların yaratılması, erkekler için "Bir nimet" olarak görülür. Farklı cinslerin birbirine ısınması, Allah'ın kudretini gösterecek bir delil olarak zikredilir. İlgili ayet şöyledir:Onun ayetlerindendir ki, size hemcinslerinizden kendisine ısınacağınız eşler yaratmış, aranıza sevgi ve merhamet vermiştir. Düşünen bir topluluk için elbette bunda Allah'ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine deliller vardır.Kur'an'a göre evlenen bir erkeğin, artık eşini Allah'ın bir emaneti olarak görmesi istenilir. "Eşleriniz nikah sırasında sizden haklarını koruyup gözetmeniz hususunda kuvvetli bir söz almışlardı."Şu ayette de erkeğe hanımıyla güzel geçinmesi öğütlenir:"Hanımlarınızla güzel bir şekilde geçinin. Çünkü onlardan hoşlanmıyor olsanız bile, olabilir ki, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah büyük bir hayra vesile kılar."Havle bint-i Sa'lebe (r.a.) eşiyle bir problem yaşamıştı. Çözüm bulması için birkaç defa Rasulullaha uğradı. Sonunda Rabbimiz bu kadın kulunu rahatlatacak hükmü kıyamete kadar Kur'an'da okunacak ayetlerle bildirdi. İndirilen ayetler, "Allah, kocası hakkında sana müracaat eden ve Allah'a şikayette bulunan kadını işitti…."Hüdeybiye'de müşriklerle bir antlaşma yapılmıştı. Buna göre Müslüman olup da Medine'ye gelecek olanlar müşriklere iade edilecekti. Hz. Ümmü Gülsüm, Müslüman olmuş ve Medine'ye sığınmıştı. Müşrikler onu istemeye geldiler. Fakat Rabbimiz "Beni müşriklere geri çevirmeyin" diyen bu kadın kulunun arzusunu yine kıyamete kadar Kur'an'da okunacak bir ayetle yerine getirdi. İndirilen ayette yapılan anlaşmanın kadınlara yönelik kısmı iptal ediliyordu. Şöyle buyuruluyordu:"Ey iman edenler, mü'min kadınlar muhacir olarak size geldiklerinde kendilerini deneyin. Allah onların imanlarını çok iyi bilir. İmtihan sonucunda onların mü'min olduklarını anlarsanız, kafirlere geri çevirmeyin. Artık mü'min kadınlar kafirlere helal değildir. Kafirler de mü'min kadınlara helal değildir."Erkek çocukları öldüğü için müşriklerce "ebter" soyu kesik olarak alaya alınmak istenilen Peygamberimiz, kız babası olmakla övünmüş, mübarek nesli, kızlarından devam etmiştir.Fikri sorulmadan babası tarafından evlendirilen bir kızın talebi üzerine yapılan evliliğin geçersiz olduğunu söylemiştir.
Kadın erkek eşitliği konusunda ne diyorsunuz?
Kadını da erkeği de yaratan Allah'tır. Bir ayette bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurulur:Göklerin ve yerin hakimiyeti Allah'ındır. O dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları bağışlar, dilediğine de erkek çocuklar bağışlar. Yahut onlara erkek ve kız çocuklarını bir arada verir."Böyle olunca, erkeğin, erkek olarak yaratıldığı için; kadının da, kadın olarak yaratıldığı için üstünlük davasında bulunma hakkı yoktur. Zaten Kur'an'da, erkeği kadından mutlak manada üstün gören veya kadını erkekten mutlak manada üstün gören hiçbir ayet yer almamaktadır. Öyle ise erkek, kendisinin hiçbir müdahalesi olmadan erkek yaratıldığına, kadın da yine kendisinin hiçbir tesiri olmadan kadın yaratıldığına göre, hiçbirisinin diğer cinse karşı bir üstünlük iddia etmeye hakkı yoktur. Farklı cinsiyette yaratılmış olmaları, üstünlüğün değil, vazifelerinin farklı olması sebebiyledir.Bu sualinizle ilgili olarak tespit edilmesi gereken önemli bir husus da, "mutlak eşitliğin" mümkün olmadığıdır. Değil kadınla erkek; erkekle erkek; kadınla kadın arasında dahi mutlak eşitlik yoktur. Bazı erkekler daha güçlü, bazıları daha yakışıklı, bazıları daha zengin, bazıları sağlam, bazıları sakat olarak var edilmişlerdir. Yani aralarında eşitlik söz konusu değildir. Aynı durum kadınlar için de geçerlidir. Yüce Allah her iki cinsi ayrı ayrı vazifeler için yaratmıştır. Bir fabrikadaki aynı makinada ayrı ayrı vazifeler gören hassas iki farklı dişliden birini diğerine benzetmek için başka dişli takmak nasıl fabrikayı çalışmaz hale getirirse, ayrı ayrı vazifeler için yaratılan ve ancak kendi vazifelerini yaptıklarında başarı ve mutluluk elde eden iki varlığı birbirine benzetmeye çalışmak da, insanlık için büyük bir zarardır, zulümdür ve tehlikedir.Elbette kadınla erkek arasında eşitliğin olması gereken yerler vardır. Zaten kur'an'a baktığımızda bu alanlarda her iki cins arasında şahane eşitlik söz konusudur. Mesela yaratılışta kadınla erkek eşit hisseye sahiptir. İnsanlık nesli bir kadın olan anne ile, bir erkek olan babadan çoğalır. Bu durum Kur'an'da şöyle haber verilir:"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık; sonra da birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız ve aranızdaki münâsebetleri bilesiniz diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, Onun emir ve yasaklarına karşı gelmekten en fazla çekineninizdir. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilen ve her şeyden hakkıyla haberdar olandır." Çocuklar anne ile babadan dünyaya geldiklerine göre, onlara saygı ve hürmet noktasında da eşit davranmaları gerekir. Bunun içindir ki, Kur'dan cinsiyet ayırımı yapılmadan çocuklardan "anne ve babalarına" saygı duymaları istenir. İlgili ayetler şöyledir:Rabbin şunu da emretti: Ondan başkasına ibadet etmeyin. Anne ve babaya da iyilikte bulunun. Onlardan birisi veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın "Öf" bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: "Ey Rabbim, onlar beni nasıl küçükken besleyip büyüttülerse, sen de onlara öylece merhamet et.Biz insana anne ve babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir.Şu ayette, anne, yani kadın; babaya, yani erkeğe oranla daha ön plandadır:Biz insana, anne ve babasına iyilik etmesini emrettik. Annesi onu zaaftan zaafa düşerek taşıdı. Sünnet kesilmesi de iki yıl sürdü. "Bana, annene ve babana şükret. Dönüşün ancak banadır" dedik.Cinsiyet ayırımı gözetilmeden eşitliğin olması gereken bir alan da Allah'a kulluktur. Rabbimiz, ne sadece erkeğin kulluğunu ister, ne de sadece kadının. Ne erkeğin yaptığı ibadete fazla mükafat verir; ne de kadının. Kulluk noktasında her iki cins de eşittir. Konuyla ilgili ayetlerden bazıları şöyledir: "Erkek olsun, kadın olsun, her kim mü'min olarak güzel işler yaparsa, işte onlar Cennete girerler ve çekirdek üzerindeki bir nokta kadar bile haksızlığa uğratılmazlar.""Erkek olsun, kadın olsun mü'min olarak güzel işler yapanlara dünyada temiz ve huzurlu bir hayat yaşatırız. Âhirette ise onları yaptıklarının daha güzeliyle mükafatlandırırız."Mü'min erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. Onlar iyiliği teşvik eder, kötülükten sakındırır, namazlarını dosdoğru kılar, zekatlarını verir, Allah'a ve rasulüne itaat ederler. İşte onları Allah rahmetine eriştirecektir. Şüphesiz ki Allah'ın kudreti her şeye galiptir veOnun her işi hikmetledir.Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara Allah, ebedi olarak kalmak üzere, altından ırmaklar akan Cennetler ve Adn Cennetlerinde güzel meskenler vaad etmiştir. Allah'ın rızası ise en güzel mükafattır. En büyük kurtuluş da işte budur.Görüldüğü gibi, "cinsiyet ayırımı" yapılmaması gereken alanlarda rabbimiz kadınla erkek arasında hiçbir ayırım yapmadan onları kul olarak kabul etmiş, aynı ibadetlerden mesul tutmuş, yapılan işe karşılık yine ayrım gözetmeden aynı mükafaatı vaad etmiştir.Kadın erkeğe muhtaç olduğu kadar, erkek de kadına muhtaçtır Yüce Allah, "Kadınları, kocaları için günahtan koruyan bir elbiseye, erkekleri de hanımlarını günahtan koruyan bir elbiseye benzeterek" bu konuya dikkat çekmiştir.Kadınla erkek birbiri üzerinde hakları olma konusunda da Allah katında eşittirler. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur:"Erkeklerin kadınlar üzerinde hakkı olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakkı vardır.Kadınların haklarını korumayı emreden bir âyet ise şöyledir:"Kadınlarla, haklarını gözeterek ve güzellikle geçinin.…"Sanıldığı gibi, iffeti koruma sadece kadınlara mahsus bir yükümlülük değil, hem kadınlara, hem de erkeklere yönelik bir yükümlülüktür. Bu konuda ayrım yapılmaz. İffetlerini koruma noktasında da kadın ve erkek eşittir. İffeti korumayı emreden bir âyet şöyledir:"Evlenmeye imkan bulamayanlar da, Allah kendilerini lütfuyla zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar."İffete bağlı olarak gözleri haramdan koruma noktasında yine kadın erkek arasında ayrım yapılmamaktadır. Hatta önce erkeğe hitap edilir. Bu konudaki ayetler şöyledir:Mü'min erkeklere, gözlerini gözlerini harama dikmemelerini, ırzlarını korumalarını söyle. Çünkü bu kendileri içi ndaha temiz bir davranıştır. Şşüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.Mü'min kadınlara da söyle gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını korusunlar.İffetini koruma noktasında erkeklerden Hz. Yusuf örnek olarak gösterilirken; kadınlar dan da Hz. Meryem örnek olarak seçilmiştir. İlgili ayet şöyledir:"İmran kızı Meryem'i de Allah mü'minlere misâl olarak verdi. O namusunu korumuş, Biz de ona ruhumuzdan üflemiştik. Meryem, Rabbinin sözlerinin ve vahyettiklerinin doğruluğunu kabul etmiş ve Allah'a itaatte sebat eden kullardan olmuştu."
İslamın kadının haklarını koruduğu gerçeğini kabul etmeyenlerin öne sürdüğü ve ilk bakışta onları haklı gibi gösteren bazı hususlar var. Mesela kadının mirastan erkeğin aldığının yarısı kadar pay alması bunlardan birisidir. Kadının mirastan eksik hisse alması, erkeğe göre yarım olduğunu mi ifâde ediyor? Bu konuda ne dersiniz?
Hz. Âdem'le başlayan imân küfür mücâdelesi, günümüze kadar devam edegelmiştir. Günümüzde de bilhassa basın yayın yolu ile bütün şiddetiyle devam etmektedir. Bu mücâdelede karşı safta yer alanlar çeşitli vesilelerle İslâmı kötülemeye, ona çamur at-maya uğraşırlar, bunun için gayret gösterirler. İşte en çok kullandıkları malzelemelerden biri de sizin de sorduğunuz kadının mirastan yarım hisse almasıdırİslâmiyetin hükümleri iki çeşit olarak gelmiştir, birincisi namaz, oruç, zekât gibi bizzat kendisinin koyduğu hükümler; ikincisi ise vahşî ve gaddar bir suretten medenî bir şekle soktuğu hükümlerdir.İşte dinimizin ıslah ettiği, vahşî ve gaddar bir suretten çıkarıp medenî bir şekle soktuğu müesseselerden biri de miras da-ğılımıdır. Cahiliyye Devrinde miras doğrudan doğruya erkeğe devrolur, kadınlar mirastan hiçbir hisse alamazdı. Hattâ kendileri bir eşya gibi ölünün vârislerine miras olarak geçerlerdi. O tarihlerde sadece Arapların değil, Çin, Roma, Japonya gibi hemen bütün dünya devletlerinde durum bundan farksızdı.Böyle bir zamanda tebliğ edilen dinimizde, birçok hususta olduğu gibi miras konusunda da kadınların lehine değişiklik yapıldı. Nisâ Sûresinin 7. âyetiyle bu zulme nihâyet verildi, yanlış düzeltildi. Kadınların da erkekler gibi yakınlarının mirasından hisse sahibi olduğu bildirildi. Şöyle buyuruldu:"Erkekler için anne ile babanın ve yakın akrabaların bırak-tığı mirastan bir pay vardır. Kadınlar için de anne ile babanın ve yakın akrabanın bıraktığı mirastan bir pay vardır. Miras olarak kalan mal az olsun, çok olsun, onlar için takdir edilmiş bir pay vardır; hiçbiri bundan mahrum bırakılamaz."Biraz uzun olan Nisâ Sûresinin 11. âyetinin bir kısmında da kız kardeşlerin mirastan hisseleri şöyle bildirildi: "Allah miras taksimini size şöyle emrediyor: Size vâris olan çocuklarınızdan erkeğe iki kız hissesi vardır. Çocuklar hepsi kız olmak üzere ikiden fazla iseler, o zaman mirasın üçte ikisi onlarındır. Eğer çocuk sadece kızdan ibâretse ona mirasın yarısı verilir."Öyle ise kadınlar ve kadın haklarını savunan istismarcılar, "İslâmiyet kadına yarım hisse veriyor" diye tenkid edecekleri yerde, her şeyden önce kadına da bu hakkı verdiği için İslâmı takdir ve tebrik etmeleri gerekir.Her şeyden önce İslâmın ortaya koyduğu miras hukukunda kadın her zaman erkeğin yarısı kadar hisse alır diye bir hüküm yoktur. Meselâ anne ve baba dediğimizde bir kadınla bir erkek vardır. Eğer anne ve babanın evlâdı vefât etse, vefât edenin de çocukları olsa evlâdına mirascı olan anne ve baba mirastan eşit olarak altıda bir hisse alır. Yine ölenin çocukları olmayıp birden fazla anne bir kardeşleri olsa, bu durumda kardeşler mirastan kadın erkek ayırd edilmeksizin eşit hisse alırlar.Öyle ise genel mânâda "İslâma göre mirasta kadın erkeğin yarısını alır" ifâdesi yanlıştır. Kadın bâzı durumlarda erkekle eşit hisse de alabilir. Yine çocuklar hepsi kız olmak üzere üçten fazla iseler o zaman mirasın üçte ikisi onlarındır. Eğer çocuk sadece bir kızsa ona mirasın yarısı verilir.İslâm hukukuna göre kadının her zaman değil de kardeşiyle beraber mirascı olduğunda yarım hisse alması ise bir adâletsizlik değil, aksine gerçek adâletin tâ kendisidir. İslam, eşitliği değil, adaleti gerçekleştirmeyi hedefler. Çünkü eşit olmak, her zaman adil olmak demek değildir. Burada da eşitlik olmaması, adaletsizlik demek değildir. Herşeyden önce İslâmiyeti bir bütün olarak düşünmemiz gerekir. İslâmın sadece miras taksimi ile ilgili hükmünü alıp, diğer hükümlerini göz ardı etmek son derece yanlış bir değerlen-dirme şeklidir.Evet, yüce dinimizde kardeşiyle beraber mirascı olduğunda kadına yarım hisse verilir, fakat başka yerde kadına son derece mühim haklar tanınır. Mirastaki taksimle bu haklar birlikte düşünüldüğünde bir eşitsizlik değil, bilâkis tam bir adâlet olduğu ortaya çıkar. Hattâ denilebilir ki, kadın maddî bakımdan erkekten daha kazançlıdır. Şöyle ki:Kadın, evlenmeden önce babası, babası yoksa yakınları tarafından büyütülmeye, gözetilmeye ve bakılmaya muhtaçtır. Evlenecek yaşa geldiğinde de bir erkekle evlenir, geçimini ona yükler. Böylece mirastaki noksaniyetini tamamlar. Dinimize göre kadın kendisi zengin dahi olsa geçimi dînen kocasının üzerinedir. Erkek ise böyle değildir. Kendisine yük olacak ve geçimini yükleneceği biriyle yuva kurmaya mecburdur. Buna göre bir kadın babasının mirasından kardeşine göre yarım hisse alsa, bunu ev ihtiyaçları için harcamaya mecbur değildir. İsterse harcamadan saklayabilir, isterse sadece şahsı için harcayabilir. Erkek ise mirastan aldığı iki hisseyi sadece kendisi için harcayamaz. Hanımı ve çocukları için de harcamak mecburiyetindedir. Böylece kadının erkeğe nispetle aldığı yarım hisse telâfi edilmekte, hattâ harcamadığı için kadın bu taksimden kârlı çıkmaktadır.Bu, evli bir karı koca içindir. Meseleye bir de bekâr olan kız ve erkek açısından bakalım. Babanın öldüğünü ve mirascı olarak bir kızı ile bir oğlunun olduğunu düşünelim. Baba yirmi yedi milyon miras bırakmış olsun. Bunun on sekiz milyonu erkek çocuğun, dokuz milyonu da kız çocuğundur. İslâm hukukuna göre bu kadın bu dokuz milyonu harcamak mecburiyetinde değildir. (Kendi isteğiyle harcaması bahsimizin dışındadır) E-vin geçimini temin etmek erkeğin üzerine bir borçtur. Bu kız evlendiğinde beyinden mehir alacaktır. Diyelim dokuz milyon mehir aldı. Kızın dokuz milyon mirasla birlikte on sekiz milyonu oldu. Böylece eşitlenmiş oldular.Gelelim erkeğin durumuna. O da evleneceği kıza mehir vermek zorunda. Diyelim dokuz milyon mehir verdi. On sekiz milyon miras dokuz milyona indi. Düğün masrafları da düşüldüğünde o dokuz milyon da yetmez.Diğer bir husus, erkek sadece hanımı ve çocuklarının değil, babasının, annesinin ve kız kardeşinin nafakasını teminle de mükelleftir. Kadının ise böyle bir mükellefiyeti yoktur. Yani maddî olarak anne ve babasının geçimi kadın üzerine bir borç değildir. Ailenin bütün masrafı erkeğe yüklenirken, miras hissesinden kadına erkekten fazla vermek veya ikisini eşit tutmak İlâhî adâlete uygun düşmediği içindir ki, Cenâb-ı Hak miras taksiminde kardeşiyle beraber mirascı olan kadına yarım hisse vermiş, böylece adâleti temin etmiştir.
Hocam, şahitlikte kadının durumu için ne söyleyeceksiniz. Bir kadının iki erkek yerine şahitlik yapmasını, yine bir eşitsizlik olarak değerlendirenler var.
Burada da her zaman bir erkek iki kadın olarak bakmak yanlıştır. Nesep belirleme, doğum gibi veya kadınların muttali olabileceği konularda bazen bir tek kadının şahitliği yeterlidir. Erkek şahit aranmaz.İlgili ayet, ticaret işlerini düzenleyen konuyla ilgilidir. Hükümleri ortaya konuldukları zamanlar için düşünürsek, o toplumda kadın ticari hayatın içinde yer almıyordu. Dolayısıyla bu alanlarda şahitliği yeterli görülemezdi. Ona "unuttuğunda hatırlatacak bir arkadaş" verilmeliydi. Günümüzde her alanda iki kadınla bir erkeği şahit göstermenin şart olmadığını düşünüyoruz. Erkek olmadan iki kadın da pek ala şahitlik yapabilir.
Hocam "İslam Kaynaklarında kadın Aleyhtarlığı" ismiyle bir kitap yazacağınızı söylüyorsunuz. Bu kitabınızda nelerden bahsedeceksiniz?
Mesela bir rivayette kadının dininin ve aklının yarım olduğu bildirilir. Bu rivayette kadınların akıllarının noksanlığına bir erkek yerine iki kadının şahitlik yapması; dinlerinin noksanlığına da adetli iken namaz kılamamaları ve oruç tutamamaları gösterilir. Bu rivayeti incelediğimizde ilk kaynaklarda bunun Peygamberimize ait değil, Hz. İbni Mes'ud'a isnad edildiğini tespit ettik. İsnad edildiğini diyoruz, aslında doğrusunu söylemek gerekirse, bu sözün ona da ait olmadığını düşünüyoruz. Düşünebiliyor musunuz, hem hüküm olarak kadınların adetli iken namaz kılamayacaklarını söyleyeceksiniz; hem de bu hükme uygun olarak namaz kılamayan kadınların "dinlerinin noksan olduğunu" ifade edeceksiniz. Oysa bu eğer kadın bu halde iken namaz kılmıyorsa, böyle istenildiği için kılmıyor; dolayısıyla emri yerine getirdiği için sevap kazanması gerekir. Eğer bu durumda namaz kılmadığı için dini noksanlaşacaksa, bu onun için bir haksızlıktır. Bu haksızlığa düşmemek, diğer bir ifadeyle "dinini noksan bırakmamak için" namaz kılması gerekir.Yine kaynaklarımıza baktığımızda "kadına uymanın pişmanlık olduğu"; kadınla istişare yapıp onun dediğinin tersini yapmak gerektiği gibi rivayetler vardır. Oysa kur'anda çocuklarını emzirme konusunda kadınlarla istişare yapmaları istenilmektedir. Peygamberimizin Hudeybiye sulhünde Hz. Ümmü seleme annemizle istişare ettiği bildirilir. Diğer taraftan, ne söyleyeceğini dahi bilmeden peşin hükümle kadının söylediğinin tersini yapmak, istişarenin ruhuna da aykırıdır.Hadis olarak gelen bir diğer rivayet kadınlara okuma yazma öğretilmemesiyle ilgilidir. Bu da yine uygulamaya terstir. Çünkü başta Hz. Aişe annemiz olmak üzere Peygamberimizin hanımlarından bazıları okuma yazma biliyorlardı ve Rasulullah onları buna teşvik etmişti. Konumuzal ilgili uydurma bir bilgi de kadınların Cennette Allah'ı görmeye gitmeyecekleri veya çok az gidecekleriyle ilgilidir. Bir rivâyette Allah'ın cemâlini seyreden erkeklerin evlerine geldiklerinde, Allah'ın nuru sayesinde nurlanmaları sebebiyle hanımlarının kendilerini tanımadıkları, onlardan korktukları, "yanımızdan ayrılırken başka surette idiniz, şimdi ise başka surettesiniz" dedikleri, onların da Rablerinin kendilerine tecellî ettiğini söyledikleri bildirilir.Bu ve benzeri rivâyetlerde Cennette Allah'ın cemalini seyre sadece erkeklerin gideceği ifâde edilmektedir. Bu tür rivâyetlerin uydurma olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Kur'ân'da Cennet nimetlerinden bahsedilirken âyetlerde genel ifâde kullanılır, hiçbir şekilde kadın erkek ayırımı yapılmaz. Meselâ bunlardan birisi şöyledir:"Yüzler var, o gün ışıl ışıldır, Rabbine bakar.(Kıyâmet Sûresi, 22, 23.)Ancak üzülerek ifâde edelim ki, bu rivâyetleri esas alan bâzı âlimler, Cennette kadınların Allah'ı görmeyeceklerini söyleyebilemişlerdir. Celâleddin es-Suyutî'nin yazdığına göre, bu konuda âlimler,a. Kadınlar Allah'ı görmeyecektir diyenler,b. Kadınlar da Allah'ı görecektir diyenler.c. Kadınlar Allah'ı bayram günlerinde ve buna benzer günlerde görecektir diyenler olmak üzere üç gruba ayrılmışlardır.Kölelerin Allah'ı göreceklerini, kadınlar görmeyeceklerini söyleyen Suyutî, buna yapılması muhtemel olan itirazı, köle ile kadınlar arasındaki farkları nazara vererek cevaplamaya çalışmıştır.Sorunuzla ilgili bir rivayete daha yer verelim. Meymûne (r.a.) rivâyet ediyor:Resûlullah erkeklerle kadınların safları arasında durarak şöyle buyurdu:"Ey kadınlar cemaati! Şu habeşlinin (Bilal'in) ezanını ve kametini duyduğunuzda onun söylediklerini tekrar edin. Böyle yaptığınızda her harfe karşılık size bin kere bin (milyon) derece verilecek."Hz. Ömer, Bu, kadınlar için, erkeklere ne kadar verilecek?" diye sordu.Resûlullah (s.a.v.),"İki katı ey Ömer" cevabını verdi.
Hocam, aşırı ölçüde, kadınların kocalarına itaat etmeleri gerektiğiyle ilgili rivayetler var. Bunlar da mı sizin kitabınızın konusu olacak?
Elbette. Rabbimiz kadınları korumuş; Kur'an'da yer verdiğimiz gibi onlara gerçekten çok önemli haklar bahşetmiştir. Peygamberimiz de hiçbir şekilde eşlerine kötü davranmamış, hatta kötü davranan erkekleri, "hayırlı olmamakla" vasıflandırmıştır. Ne yazık ki, geçen zaman içerisinde dinimizin kadına tanıdığı haklar teker teker ellerinden alınmış, ardından tekrar erkek eğemenliğinin hakim olduğu, kadını ezmeye yönelik zihniyet tekrar canlanmış, bu zihniyet mensupları İsrailiyattan da istifade ederek, tekrar kadını "köleleştirme"nin yollarını aramış, hedeflerine varabilmek için "kutsal olandan" istifade etmişler, hadisler uydurmaktan geri durmamışlardır.Mesela bunlardan birisi, eğer bir insanın bir insana secde etmesini emretseydim, kadının kocasına secde etmesini emrederdim" şeklindeki rivayettir. Bir başka rivayet ise son derece çirkindir. Bu rivayette Kadının kocasının irinli vücudunu yalamasından bahsedilir.Bir başka rivayet, "Kadına kıyamet günü ilk olarak namazı ve eşine nasıl davrandığı sorulacaktır" şeklindedirMesela bir alimimize göre kadına, kocası için köle gibi olmak yakışır, kendi nefsi hakkında ve kocasının malı hakkında onun izni olmadan tasarruf etmemesi, kocasının hukukunu kendi hukukunun önüne alması, güzelliğiyle ona karşı gurura kapılmaması, onun çirkinliğini ayıplamaması yakışır.İbnü'l-Kayyım el Cevziyye, nikahın bir çeşit köleleştirme olduğunu söyler ve seleften birisinin şu sözünü nakleder:"Nikah köleliktir. Öyle ise biriniz kızını kimin yanına köle olarak vereceğine iyi dikkat etsin."Kadını köleleştirmeye yönelik bir başka söz ise şöyledir:Kadın için, kölenin efendisinin eziyetlerine sabrettiği gibi, kocasının eziyetlerine sabretmek yakışır.Bu misalleri çoğaltabiliriz
.Hocam izin verirseniz farklı bir konuya geçmek istiyorum. İslam'da kadının seçme hakkı yok mu?
Bu, istismar edilen bir konudur. Müslüman kadın oy kullanma hakkını iddia edildiği gibi yakın tarihte kazanmamıştır. Dinimiz bu hakkı kadına 1400 sene önceden tanımıştır. Buna göre idareciyi seçmek hususunda kadın olsun, erkek olsun her Müslüman oy verme hakkına sahiptir. Çünkü dinimizde kadının oy kullanmayacağına dâir hiç-bir delil yoktur. Oysa Peygamberimizin pekçok konuda kadınlardan bîat almış, onlara oy kullandırmıştır. Diğer taraftan üçüncü halifenin seçiminde şûrâ başkanı olan Hz. Abdurrahman bin Avf (r.a.) Medine'de kadın erkek, bekâr kızlar dahil herkesin görüşünü, yani oyunu almış, bu kamuoyu yoklamasına dayanarak üçüncü halife olarak Hz. Osman'ı seçmiştir.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Rabbimizin nazarında iyi olmak erkeklere mahsus bir özellik olmadığı gibi; kötü olmak da sadece kadınlara özel bir sıfat değildir. Her iki cinsten de iyiler olabileceği gibi; kötüler de olabilir. Bunu şu âyetten öğreniyoruz:"Kötü kadınlar kötü erkekler için; kötü erkeklerde, kötü kadınlar içindir. Temiz kadınlar temiz erkekler için, temiz erkekler de temiz kadınlar içindir."4Kur'ân, Hz. Âsiye, Hz. Meryem, Hz. Havva, Hz. Hacer gibi iyi kadınları da örnek gösterir; Hz. Nuh'un, Hz. Lut'un, Ebû Leheb'in hanımları gibi kötü kadınları da örnek gösterir.Kur'ân, Hz . Âdem, Hz. Nuh, Hz. Lut, Hz. İbrahim, Hz. İsâ, Hz. Muhammed gibi iyi erkekleri de zikreder;Nemrut, Firavun, Şeddad, Ebû Leheb gibi zâlimleri de.Öyle ise Rabbimizin nazarında iyiliğin ve kötülüğün ölçüsü "cinsiyet" değil, cinsiyet sahiplerinin yaşadıkları hayattır. Kur'an kadınların hakkını fazlasıyla koruduğu gibi, "Yaşayan Kur'ân olan" Peygamberimiz sözleriyle kadına güzel davranmayı emir ve tavsiye etmiş; fiilen de bunu en güzel şekilde göstermiş, fiiliyle sözlerini desteklemiştir.Diğer taraftan, Hz. Hacer, Hz. Âsiye, Hz. Meryem, Hz. Hatice, Hz. Fâtıma, Hz. Âişe, ilk kadın şehid Hz. Sümeyye ve daha pekçok kadının fedakârlıklarıyla, fazîletleriyle, İslâmiyete yaptıkları hizmetleriyle kadın erkek milyonlarca Müslümanın gönlünde taht kurmuş olmaları da, dinimizin kadınlara verdiği değeri gösteren bir başka delildir.
Hocam çok yoğun olduğunuzu biliyoruz. Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.
Ben de derginizin ilk sayısında benimle bu konuları paylaştığınız için size teşekkür ediyor; derginize "hizmet dolu, uzun bir ömür vermesini Rabbimden niyaz ediyorum. Çünkü dergicilik çok zor bir uğraştır. Sabır ister, çile ister. Allah sizleri ve bizleri kendi yoluna hizmette muvaffak etsin.