Batılılar, Vatanını Savunan Müslüman'ı Terörist Olarak Görüyor
Fanatik Hıristiyanlara göre, kendileri efendi, Müslümanlar ise köledir. Molcolm X’in (1925-1965) ifadesiyle "kendilerini dünyanın tek ve yenilmez efendisi” olarak görürler. Dolayısıyla eğer onlar Müslüman bir ülkeyi sömürgeleştirmek istiyorlarsa, ora halkı buna memnun olmalıdır. Sömürgecileri bağırlarına basmalıdır. Her türlü destek vermekten çekinmemelidir. Onların bu tutumunu Cezayirli Muhammed Ben Rahal şu sözleriyle çok güzel ifade etmiştir:
Düşmanlık, Avrupa’nın İslam’a ilişkin mütalaasında hakim bir özellikti…Eğer bir Müslüman, vatanını, dinini veya milletini savunursa, bir vatansever olarak değil, vahşi biri olarak görülür. Eğer cesaret veya kahramanlık gösterirse, fanatik olarak adlandırılır. Yenilgi durumunda tevekkül ederse, kaderci diye çağrılır… İslam, tanınma fırsatı verilmeden, toplumdan tecrit edilmekte (soyutlanmakta), sistemli bir şekilde iftiralara maruz bırakılmakta ve alay edilmektedir.
Maxime Rodinson’a göre, muzaffer Avrupa’nın gözünde, hakimiyetine karşı koymaya kalkışan her kıpırdanış, bozguncu bir faaliyet, uğursuz bir suikasttır…Avrupa, bütün bu faaliyetlerin tek elden yönetildiğini vehmeder. Bu karanlık emeller en ince noktalarına kadar programlanmıştır. Haince, gaddarca, makyavelce birtakım metodlar kullanılmaktadır. Emperyalizm aleyhinde her tepki, yüzde yüz mahalli sebeplerden de olsa panislamizme yüklenmektedir. Panislamizm kelimesi bile bir tahakküm teşebbüsü, saldırgan bir ideoloji, dünya ölçüsünde bir suikast belirtiyordu. Böyle bir görüş, Avrupalı yığınların şuuruna, basın, halk edebiyatı veya çocuk kitapları vasıtasıyla yerleşiyordu. Yerleşmekle kalmıyor, bilginleri de etkiliyordu. Hele bu bilginler hükümetlerinin sömürge siyasetini yönetenlere öğütler vermeye kalkışıyorlarsa. Çağdaş incelemelerle en çok ilgilenen Hollandalı Snouck Horgronje (1857-1936) veya Alman C.H. Hecker (1876-1933) gibi bilginler Panislamizm hayaletinden bir türlü kurtulamazlar.
Batı, İslamiyetle ilgili haberleri “aktarırken” örtmektedir, diğer bir ifadeyle karartmaktadır.
Bunun içindir ki, Julios Richter, Sudan’da İngilizlere karşı ayaklanan Müslümanlar için, “Bu İslâmî taassup, kültüre karşı bir hınç ve dar ufuk sebebiyledir” diyebilmiştir.
The Nation’ın 20 Mayıs 1996 tarihli nüshasında İsrail’e karşı Lübnan’ı savunan mücahitler, “İran destekli Şii mil-tanların direnişi” şeklinde verilmiştir.
Aynı durum günümüzde Amerikan sömürgeciliğine karşı Afganistan’ı savunan Afganlılar ve Irak’ı savunan Iraklılar için de geçerlidir. Fakat burada gerek Afganistanlı, gerekse Iraklı fanatiklerin “cihad” adı altında sivil halka yönelik saldırılarını tasvip etmediğimizi, bunun cinayetten başka bir şey olmadığına inandığımızı ifade edelim.
Lütfi Şeyban, Avrupalıların vatanını savunan Müslümanları terörist olarak isimlendirmesiyle ilgili şöyle bir değerlendirme yapar:
Modern çağ öncesi usül ve araçların aksine bugün Batı, her çeşit korkunç silah ve tekniği kullanarak dünya halkları üzerinde ezici-yıkıcı bir karanlık güç durumuna düşmüşlerdir. Kendi içinde insan hakları ve demokrasi, aynı zamanda bilim ve teknoloji alanlarında eriştiği zirve gelişmişlik seviyesi, onda artık dünyanın sonunun geldiği düşüncesini doğurmuştur. Dolayısıyla, bu son gerçekleşene kadar bir daha İslam dünyasının (Doğu’nun) Batı’ya karşı kalkış-yükselişini gerçekleştirememesini sağlayacak şekilde dünya üzerinde Batı hakimiyetinin pekiştirilmesi, özellikle de Müslüman toplulukların milli dinamizminin yok edilmesi hedefine dönük hareket etmektedirler. Bu amaçla bugün Batı, zaten siyasi-iktisadi-kültürel sömürgesi durumunda tutmaya özen göstermekte olduğu İslam milletlerinin içerisinde kendi öz dil, din ve kültürlerine özenle sahip olma gayretinde olan insan ve toplulukların üzerine uzun vadeli ve sinsi planlarla yürümektedir. Diğer taraftan, bu tarz bir mücadele ya da sosyo kültürel savaş karşısında Batılı değerler ve dayatmalara direndikleri için büyük haksızlıklara, zulme ve bazı bölgelerde katliama maruz kalan Müslümanlar, kendi kültürel değerleriyle yaşamaları gereken demokratik ortam ve şartlarda hakları teslim edilmeyip adaletle muamele göremeyince, aciliyet arz eden hakkını alma hareketlerine de artık ne yazık ki, terörizm damgası vurulmaktadır.
Sömürgecilerin en çok korktukları kelime, “cihat”tır. Bu kelimeyi hiç sevmezler, İslam dünyasına yerleştirmeye çalış-tıkları “ılımlı İslam” düşüncesinde zaten bu kelimeye yer yoktur. Cihadı, “Avrupa’nın sömürgeci yayılmacılığı karşısında gelişen itikadi tepki” olarak değerlendiren Amsterdam Üniversitesi profesörlerinden Rudolp Petter, sömürgecilerin cihat kelimesinden duydukları korkuyu ve sömürgelerini genişletmeye bu korkuyu perde yaptıklarını şöyle ifade eder:
Genel olarak kabaca Araplar diye adlandırılan Müslümanlar, doğuştan kana susamış ve değişik inançlara sahip kişilere karşı düşmanca duygular besleyen kimselerdir. Müsamahasızlık, fanatiklik ve inanmayanlara karşı sürekli savaş duygularını işleyen bir dine mensupturlar. Ortaçağda gelişen bu İslam ve Müslüman imajı, Avrupa emperyalizmi döneminde yeni bir canlılık ve enerji kazandı. Müslümanlar gerici, fanatik ve kavgacı tipler olarak gösterilerek, “Medeniyetin yayılmasına hizmet ettiği” iddiasıyla sömürgeci genişleme haklı gösterilmek istendi. Bu aynı zamanda sömürgecilerin yerli halka karşı zor kullanmaları için bir bahane oluyordu. Çünkü sömürgeciler, sömürge Müslümanlarının boyunları bükük dış görünümlerine rağmen, cihat fikriyle beslenen ve kendini göstermek için fırsat kollayan sürekli bir başkaldırı tehlikesinin mevcut olduğunu görüyorlardı.
Hintliler, Afrikalılar, sömürgecilerin ve istilacıların isteklerine karşı geldikleri için onlar tarafından “yamyam ve vahşi” olarak isimlendirilmişlerdir. Bununla ilgili pek çok hikayeler uydurulmuştur. Oysa yamyamların varlığını gösteren hiçbir güvenilir belge şu zamana kadar ortaya konulamamıştır.
Bu konuya son verirken ibretli bir cümle aktarmak istiyoruz:
Afrika’yı istila eden İngiliz askerlerinden biri, arkadaşına şöyle der:
"Bunlar vahşi insanlar! Birisini öldürürken, beni ısırdı!”