Niçin Sadeleştirilmiş Risale-i Nur?
Yayınevimiz'in İslam'a hizmet noktasında iki önemli hedefi var. Biri, doğru imanı, doğru itikadı yerleştirmek; diğeri de doğru İslâmiyeti yerleştirmek.
İkisi de önemli olmakla birlikte, birincisi, yani doğru imanı yerleştirmek daha önemlidir. İşte Risâle-i Nurlar, doğru imanî işleyen, konusu iman esasları olan
kelama yepyeni bir tarz getiren eserlerdir. Tevhid, ölümden sonra diriliş, peygamberlik, kader gibi, birbirinden ağır konular, bu eserlerde son derece
anlaşılır bir tarzda izah edilmiştir. Ancak, aynı tarihte yazılan diğer eserler gibi, Risale-i Nurun da anlaşılabilmesi için önemli bir dil problemi vardır.
Özellikle Türkçenin her geçen gün yozlaştığı zamanımızda Risâle-i Nurları anlamak, ilahiyat ve edebiyat öğrencileri, hatta akademisyenleri tarafından dahi
her geçen gün biraz daha zorlaşmaktadır. Çünkü bu eserlerin kendine mahsus bir dili vardır.
Doğru inancı yerleştirebilmek için Kur'ân'dan sonra bizim için bu alanda en önemli kaynaklardan biri olan Risâle-i Nurlar'ın gerek dil problemi, gerekse muhteva yoğunluğu açısından çoğunluğun istifadesine sunulamaması, ondan faydalanmanın genelleştirilememesi ve bu alanda okuyucularımızdan yoğun bir istek gelmesi, bizi böyle bir çalışma yapmaya sevk etti.
Şimdi sadeleştirilmiş ve Açıklamalı Risale-i Nur isimli çalışmamız hakkında kısaca bilgi verelim:
Bu çalışmalarımızda hem eserin orijinali, hem sadeleştirilmiş, hem de açıklama olmak üzere üç bölüm var. Bir tarafta, Risale-i Nur'un orijinali, hemen karşısında aynı metnin sadeleştirilmişi, aşağı kısımda ise gerekli görülen yerlerde tefsir, hadis, tasavvuf, mezhepler, İslam tarihi, fıkıh, biyografi gibi konularda ilmî açıklamalar yer almaktadır. açıklamalar yorumdan çok, dipnot şeklinde ilmi bilgidir.
Sadeleştirme kısmında tek kelime ile günümüz Türkçesinde karşılığı olmayan rububiyet, uluhiyet, vahidiyet, ehadiyet gibi terimleri sadeleştirmiyoruz. Ayrıca Risale-i Nur'un en önemli özelliği sayılan Esmaü'l-Hüsna'yı da sadeleştirmiyoruz. açıklama kısmında bu terimlerin açıklamasını yapıyoruz:
Ayrıca sadeleştirme kısmında Bediüzzaman'ın ûslubuna, yani cümle yapısına dokunmuyor, aynen muhafaza ediyoruz.
Diğer taraftan, Bediüzzaman Hazretlerinin "ayetin işaretiyle, hadisin işâretiyle" diye sadece işaret etmekle geçtiği âyet ve hadisleri dipnotta kaydediyoruz. Bu çalışmaların bir diğer özelliği de Risale-i Nur yayınlayan yayınevlerinin nüshalarını, bazen Osmanlıca asıllarını da karşılaştırarak, farkları yine dipnotta belirtmemizdir.
Sadeleştirilmiş ve açıklamalı bu çalışmayı piyasaya yeni çıkarmadığımızı; Risaleleri bu tarz yayınlamaya 1998 yılında başladığımızı; her yıl cilt cilt yayınladığımızı, 12 yıldır Türkiye'nin çeşitli yerlerinde pek çok fuarlarda sergilediğimizi ve "beğeniyle" karşılandığımızı ifade etmek isteriz.
Risâle-i Nurlarda Bediüzzaman Hazretleri bütün İslamı ilimleri öz halinde birleştirmiştir. Dolayısıyla bu eserlerden tam mânâsıyla istifade edebilmek için
İslamı ilimlerde derin bir bilgi sahibi olmak gerekmektedir.
Diğer taraftan devletin Risâle-i Nurlara karşı takındığı menfi tavır sebebiyle, geçmişte bu eserlerden feyiz alamayan yüz binler, artık ona
koşuyorlar. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın pek çok yerinde, toplumun her kesiminden milyonlarca insan Risâle-i Nurun âb-ı hayatından, kevserinden,
zemzeminden feyiz alıyor. hakkında dünyanın çeşitli üniversitelerinde doktora tezi yapılıyor, dünyanın çeşitli ülkelerinde sempozyumlar düzenleniyor. Bu
günlere gelinmesinde, Üstadımızın fedakar talebelerinin önemli emeği var şüphesiz. Risale-i nur hizmetinde emeği geçen bütün ağabeylerimizi tebrik
ediyor; kendilerinden Allah râzı olsun diyoruz. Onlar Risâle-i nurun neşri konusunda üzerine düşen vazifeleri büyük ölçüde ve güçleri nispetinde yaptılar
ve yapmaya da devam ediyorlar.
Onlar bizlere "Ey tenbel ağabeyler! Siz misiniz hayatımızın sûğra ve kübrâsı" dedirtmediler. Bizler de sonraki nesle bunu dedirtmemek için elbette bir şeyler
yapmalıydık. İlâhî bir ihsan olarak omzumuza konulan bu hizmeti, Üstadımızın gayretli talebelerinin getirdiği yerden bir adım öteye götürebilmek için gayret
göstermeliydik. Acaba bu hususta neler yapabiliriz? diye düşündük. Yapmamız gerekeni yine Risâle-i Nurlarda, Üstadımızın ifâdelerinde bulduk. Bu eserlerin
müellifi olan Zat şöyle diyor:
"Şu Kur'ân dersleri içerisinde olanların vazifeleri, imanî ilimler bakımından, yalnız yazılan şu risalelerin açıklamaları, izahları veya tanzimleridir. Çünkü
çok emârelerle bu imanî ilimlerde fetvî vazifesiyle vazifelendirildiğimizi anlamışız."
Bir başka yerde Üstad bu ifâdelerini biraz daha açıyor ve şöyle diyor:
Risale-i Nur size mükemmel bir kaynak olabilir. Ondan, iman esaslarının her birisine, mesela Kur'ân'ın Allah'ın kelamı olduğuna ve mu'cizelik yönleriyle alakalı Risalelerdeki ayrı ayrı parçalar toplansa; veya ölümden sonra dirilişle ilgili ayrı ayrı deliller bir araya getirilse, mükemmel bir izah, bir dipnot ve açıklama olabilir.
Zannederim ki, yüce iman hakikatlerini Risale-i Nur tamamıyla içine almış; başka yerde aramaya lüzum yok. yalnız bazen izah ve açıklamaya muhtaç kalmış. Onun
için vazifem bitmiş gibi geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. İnşaallah vazifeniz açıklama, izah etme, tamamlama, dipnot düşmek, yayınlama ve
öğretmekle, hatta Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci mektupları yazmak, Dokuzuncu Şua'nın dokuz makamını tamamlamak ve Risâle-i Nuru tanzim, tertip, yorum ve
tashihle devam edecek.
Bediüzzaman, yazdığı eserlerin anlaşılmasına çok önem veriyordu. Bunun için Mehmet Feyzi ağabeye, Asa-yı Musa için lûgatçe yapma görevini verdi. O da bu lûgatçeyi yaptı. Asa-yı Musa bu lûgatçe ile yayınlandı. ayrıca İhlas Risaleleri, 1957 tarihinde lûgatlı olarak yayınlandı.
Daha önemlisi, Bediüzzaman, bazı Risaleler gündermiş, "Burada liseye tesirli bir Nur girdi" diyerek, daha önce İslam'la başı koparmak amacına yönelik olarak yapıldığını düşündüğü harf değişikliğine yıllarca karşı çıktığı halde, değişen şartları, yani insanların çoğunun Latin harfleriyle okuyup yazdığını dışınerek, günderilen Risalelerin Latin harfleriyle yazılmasına izin vermiştir. Hatta günderdiği Risalelerin yeni harflerle yazılıp "inkarcılara on ikilik top güllesi gibi atabilirsiniz" demiştir.
Hatta Bediüzzaman, bu ifadelerin devamında, bir adım daha ileri giderek gençlerin Risalelerden mahrum kalmaması için bazı kelimeleri sadeleştirdiğini ifade eder. Sadece Tenvir Neşriyat'ın, Zehra yayıncılığın ve Mutlu yayıncılığın neşrettiği Kastamonu Lahikası'nda yer alan bu ifadeler orijinal haliyle şöyledir:
"Fakat yirmi sene evvelki Türkçe ile şimdiki Türkçe farklı olduğundan, yeni Türkçe için bazı kelimat-ı Arabiyede tasarruf edildi. Siz de öyle
yapabilirsiniz. Risale-i Nur yirmi sene evvelki Türkçe ile konuşur. O zamanı görmeyen gençlere teshilat (kolaylık) olması için bazı tabiratı değiştirirseniz
iyi olur."
O zaman yirmi sene öncenin dili idi. Şimdi, 90 yıl öncenin dili. ayrıca dil, bu ifadelerin yazıldığı tarihten sonra çok hızlı bir değişime maruz kaldı.
Diğer taraftan, Bediüzzaman, 1909'da yayınladığı Divan-ı Harb-i Örfi isimli eserini 1950 sonrasında gözden geçirirken; "ceride" kelimesini "gazete" olarak, "i'zam edilen" kelimesini "büyütülen" şeklinde, "elvan-ı seb'ayî" "yedi renk" olarak sadeleştirmiştir. Bunun başka örnekleri de vardır.
Bütün bunlar, statik olmayan, sürekli dinamik olan, içinde yaşadığı şartların değerlendirmesini çok güzel yapan bir Bediüzzaman görüntüsü sunmaktadır.
Öyle ise, eli kalem tutan biz Nur talebelerinin iman hizmeti noktasında en önemli vazifesi, Bediüzzaman'ı "doğru okuyarak," Risale-i Nurların anlaşılmasına yönelik çalışmalar yapmaktır. İşte bizi Risaleleri günümüz Türkçesine aktarmaya sevk eden önemli bir etken budur. Zaten Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde yazılan Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur'an Dili isimli eseri; Ömer Nasuhi Bilmen'in İlmihali ve Mehmet Akif'in Safahat isimli eseri, değişen şartlar istikametinde sadeleştirilmiştir.
Yine Nur talebelerinin etrafındaki yakınlarını, öğretmenlerin öğrencilerini bu eserlerle tanıştırma gayretlerinin çoğunlukla mümkün olmamasıdır. Öğretmen, öğrencisine Gençlik, Rehberi, Hanımlar Rehberi, Tabiat Risalesi, Haşir Risalesi gibi eserleri okuması için verdiğinde, kitabı iade eden öğrencinin "Hocam hiçbir şey anlamadım" dediği sıklıkla yaşanmaktadır..
Bir Müslüman için en mukaddes kitap, hiç şüphesiz Kur'ân'dır. Böyle iken Peygamberimiz zamanında iki kapak arasına toplanamayan yüce kitabımız, Hz. Ebû Bekir döneminde iki kapak arasına toplanmış; Hz. Osman döneminde yedi lûgat üzere nazil az sayıdaki âyetler Kureyş Lehçesi üzerine yazılarak çoğaltılmış, sonraki asırda be, te, se, cim, şin gibi harflere noktalar konulmuş, harekelendirilmiş, ardından tefsirler hazırlanmış, âyetten bir kelime alınarak
hemen karşısına açıklama yapılmış, daha sonraki dönemde yüzlerce meal hazırlanmıştır. Şu anda ise kelime meali revaştadır. Başta Sahabîler olmak
üzere, İslam İlimlerinin Kur'ân'ın korunması, en güzel biçimde okunup anlaşılması, insanlara ulaşması, istifadeye sebep olması için bu alanda
yaptıkları çalışmalar, alkışlanacak birer örnek olarak önümüzde durmaktadır.
Benzer çalışmaları hadis alanında da görüyoruz. Pek çok hadis kitabı Türkçeye tercüme edilmiştir. Yayınevimiz tarafından da Mu'cemü's-Sagir ve Mu'cemü'l-Evsat (1 cilt) isimli hadis kitapları tercüme edilmiştir. Mukaddes kitabımız Kur'ân-ı Kerime, daha iyi anlaşılabilmesi, istifade edilebilmesi için saydığımız hizmetler yapılabildiğine, Resûlullahın sözü olarak görülen hadislerin, Arapça gibi zengin bir lisandan tercüme edildiğine, şerh edildiğine göre, Kur'ân'ın ve sünnetin malı olan, o güneş ve ayın bir parıltısı, kandili olan Risale-i Nur üzerinde de bu kabil çalışmaların yapılması tabiîdir ve normaldir. Hiçbir kitabın bu manada çalışmalar yapılması noktasında "dokunulmazlığının" bulunduğunu düşünmüyoruz.
Burada, Türkiye genelinde ilk defa neşri yayınevimiz tarafından yapılan Tevâfuklu Kur'ân Risalesi'nde (Yirmi Dokuzuncu Mektub'un üçüncü kısmı'nda) geçen bir istişareyi, konumuzu aydınlatacağı için zikretmekte fayda vardır:
Bediüzzaman, Tevâfuklu Kur'ân ismiyle bir Kur'ân yazdırıp buna bâzı dipnotlar koymak istiyordu. Bu konuyu talebeleriyle istişare etti. Onlara günderdiği mektuplarda şöyle diyordu: "Hem selef-i salihin (ilk devir İlimleri, selefiyye) Kur'ân üzerine hiçbir şeyin konulmasına müsaade etmiyordular. Sonra ardından gelen İlimler (halefiyye) Kur'ân'a âit bâzı şeylerin dipnot şeklinde yazılmasına fetva verdiler. Sonra Arapça olsun, Türkçe olsun Kur'ân'ın sayfasının etrafına özet halinde açıklama yazılmasını da kabul ettiler. Ben seleflerin çekinmelerinden korkuyorum. Cesâret edemiyorum. Sizin görüşünüz eklenirse,
Kur'ân'ın görünen ve görünmeyen i'cazını göstermeye vesile olacak bâzı işaretler ile, hâşiyesinde, hangi risalede o ayet hakkında izahat ve ispat edildiğine
işâret olunacaktır."
Bu istişareye Hüsrev Ağabeyin verdiği cevap çok ufuk açıcıdır:
"Evet, sevgili Üstadım! İnşaallah zaman yaklaşmıştır. İnşallah vaad edilen vakte biz de erişmiş bulunuyoruz. Artık sebep selef-i salihinin Kur'ân'a not olarak bir şey ilave edilmemesi hakkındaki kararlarının zamanlarına ait bulunması ve sonraki İlimlerin müsaadeleri de Arapça'nın tahsili cihetine gidilmediğinden ileri geldiği kanaati taşıyarak, Arapça'nın okumak ve yazmak istenilmediği bir zamanda bulunuyoruz. Öyle ise, Kur'ân hakkında sevgili Üstadımın düşündüklerine pek büyük bir ihtiyaç olmakla beraber, bu güzel ve pek büyük bir hayırlı işe kapı açan bu için hemen tamamlanması için, her şeye tercih edilmesi rica ve istirhamındayım. Saatçı Lütfi Efendi kardeşim de bu kanaattedir."
Hüsrev Ağabeyin "Selef-i salihinin Kur'ân'a not olarak bir şey ilave edilmemesi hakkındaki kararlarının zamanlarına ait bulunması" şeklindeki yaklaşımı konumuz açısından son derece önemlidir. Bu düşünce, Kur'an'a yapılacak hizmetlerinin önünü açmıştır.Aynı durum, Kur'ân'ın mânevî tefsiri olan Risale-i Nurlar için de geçerlidir. Her zamanın bir hükmü vardır. Kur'ân'a ve onun aynası olan Risale-i Nurlara hizmetle vazifeli olanların geçmişten örnek almaları, ama her konuda geçmişe tamamen başlı kalmayıp zamanın, asrın, hatta çağın gereklerine uymaları gerekir. Burada "meşru dairede" şeklinde bir notu gereksiz görüyoruz. Çünkü elbette Kur'ân'a ve Risale-i Nur'a hizmet, Kur'ân'ın ve Risale-i Nurun esaslarına uygun bir tarzda yapılacaktır. İşte biz de onun ruhuna uygun olarak
Allah'ın lûtfu ile böyle bir hizmet gerçekleştirdik.
Diğer taraftan, bu eserler, İngilizce, Arapça, Fransızca gibi onlarca dile tercüme edilmiştir. Oysa tercüme yapılırken Üstadın cümle yapısı tamamen değişmekte, o mânalar, eserin tercüme edildiği dilin yapısına göre ifâde edilmektedir. Yine Risâle-i Nurların zengin muhtevasının tercüme edildiği dilin
dar kalıplarına sıkıştırıldığı da bir gerçektir. Meselâ Esmâü'l-Hüsnâ'yı, Arapça dışında hiçbir dile aktarabilmek mümkün değildir. bütün bu eksikliklerinin yanı
sıra bizim de takdir ettiğimiz bu faaliyet, yabancı insanların Risâle-i Nurlardan istifadesine yardımcı olma amacına yönelik olduğu gibi, bizim bu
çalışmamız da, öncelikle Türkiye'de yaşayan insanlar için ve mıellif ileri
derecede Arapça bildiği halde "Türkçe olarak yazdığı" bu eserlerden Türk insanın
bu hazineden daha iyi faydalanması gayesine yöneliktir. Diğer bir ifâdeyle,
eserlerin açıklamalı olarak günümüz Türkçesiyle neşrine de bir çeşit tercüme
faaliyeti olarak bakılabilir.
Yine Bediüzzaman'a baktığımızda ilk yazdığı eserlerle, son yazdığı eserler arasında büyük bir dil farkı olduğunu görüyoruz. Meselâ Üstad'ın ilk kaleme
aldığı eserlerden Muhakemat, münazarat, Divan-ı Harb-i Örfî, Hutbe-i Şâmiye gibi eserlerle, en son kaleme aldığı Nur Aleminin bir Anahtarı, Konuşan yalnız
Hakikattir başlıklı yazı dil bakımından ondaki değişimin güzel bir misalidir. Yine sürgünün ilk yıllarında kaleme aldığı Nur'un ilk kapısı ile, hemen hemen
aynı konuları işleyen Küçük Sözler dil bakımından farklılık arzetmektedir. Toplumun ihtiyaçlarını ve seviyesini göz önünde bulunduran, insanımıza iman
hakikatlerini nasıl ulaştırmak gerekiyorsa, öyle ulaştıran o zat, günümüzde yaşasa, elbette dilin değiştiğini göz ardı etmeyecektir. Terimleri muhafaza
etmekle beraber, terim olmayan ifâdelerde günümüzde kullanılan kelimeleri tercih edecektir. Kaldı ki, biz de zaten terim olmayan kelimelerin günümüzdeki
karşılığını koyuyoruz. Rububiyet, uluhiyet, ehadiyet, vahidiyet, gibi Türkçe'de karşılığı olmayan terimleri Türkçeleştirmeyip, üçüncü kısımda açıklıyoruz. Yine
uydurukça kelimeler kullanmıyoruz.
Diğer taraftan, Bediüzzaman'ın en önemli hedefi, yazdığı eserlerden istifade edilmesidir. Harf devrimi yapıldığı yıllarda "Risâle-i Nurların en önemli bir vazifesi, İslam Âleminin çoğunluğunun yazısını korumaktır" diyerek "Bir fetvî olur" düşüncesiyle Latince harflerle risale yazılmasına izin vermeyen Üstad; 1950'den sonra, değişen şartlar istikametinde, çoğunluğun mahrum kalmaması için "Yeni hurufla, ehl-i inkara on ikilik top güllesi gibi atabilirsiniz" diyerek izin vermiş ve eserlerinin matbaalarda umumun istifade edebileceği şekilde basılmasından son derece mutluluk duymuştur. Öyle ise meseleye, "Bu eserleri
sadece Nurcular okusun, bu eserlerden istifade etmek isteyenler Nurculara gelsin, bu eserleri anlamak isteyenler biraz zorlansın, aklın anlamasa da ruhun
anlar, İngilizce öğrenmek için o kadar çaba sarfediyorsun, Risale-i nur için de çaba sarfet, Risale-i Nur nazlıdır" gibi dar kalıplar arkasından değil de, geniş
bir açıdan baktığımızda, Risâlelerin bizim yaptığımız tarzda orijinal, sadeleştirilmiş ve açıklamalı olarak "��l�" bir biçimde yayınlanmasında karşı
çıkılacak bir gerekçe görmüyoruz. Zaten yaptığımız çalışmalar büyük ölçüde, bu eserlerin umumîleşmesini isteyen Nur talebelerinden de destek görmektedir.
"Risale-i Nurlar sadeleştirilemez" diyenlerin bir gerekçesi de bu eserlerin dili muhafaza etmesi, nesiller arasında köprü vazifesi olması konusudur. doğrudur.
Risale-i Nurların en önemli vazifelerinden birisi de dili korumaktır. Ancak bu eserlerin bu tali' hizmetinin yanı sıra, esas hedefi, iman hakikatlerinin
asrımız insanın anlayışına uygun biçimde izahı, kulluşun, ihlasın, Müslümanlar arasındaki kardeşlik ve sevginin sağlanması gibi temel gayelerdir. Dil, bütün
önemine binaen, sadece ve sadece vasıtadır. Risale-i Nurlar, bizlere vasıtanın gayeye dönüşmemesi gerektiği dersini verir.
Risale-i Nurları Bediüzzaman'ın şu anda hayatta olan talebelerinin daha iyi anlayabileceği şeklinde bir kanaat vardır. Bediüzzaman'ın hizmetinde bulunan talebelerine saygımız, hürmetimiz sonsuzdur. Onlar, "Sebep olan işleyen gibidir" hakikatinin ifadesiyle, bu eserlerden istifade eden herkesin sevabından
ihlasları nispetinde hisse almaktadırlar. Ancak "Risâle-i nurları onlar daha iyi anlar" şeklindeki bir genelleme kesinlikle doğru değildir. Elbette onların
herkesten daha iyi anladığı bölümler, bahisler vardır. Ancak bunu bütün risalelere yaymak yanlış olur. Ben böyle diyen kardeşlere bazen "Nerede
okuyorsunuz?" diye soruyoruz. "Fizik, kimya, tıb" gibi cevaplar alıyoruz. Bu defa muhatabın okul durumuna göre şunu soruyoruz: "Kardeş, Risale-i Nurlardaki
fizik, kimya, tıb ile ilgili konuları siz mi daha iyi anlarsınız, yoksa falan veya filan ağabey mi?" "Ben iyi anlarım" diyor. Aynen bunun gibi, Risale-i
Nurlarda özellikle İlahiyatla ilgili pek çok bilgi var. Tutup birisinin bunu "Filan ağabey bir ilahiyatçıdan daha iyi anlar" derse, bu taassuptan, ağabeyleri
tabulaştırmaktan başka bir şey değildir. açıklamalı olarak neşrettiğimiz risalelerde ilahiyatla ilgili yüzlerce konuyu açıklamış bulunuyoruz. Şimdi bu
konuları elbette ihtisas sahibi, uzman bir İlahiyatçı ağabeylerden daha iyi bilir. Zaten bir konuşmamızda Sungur ağabey "Allah'a şükür Risaleleri bizlerden
daha iyi anlayan akademisyenler var" ifadesini kullanmıştı. Netice, Risale-i Nurdan aldığımız derse binaen, taassubun, tutuculuğun her türlüsüne karşıyız.
Bizim "Ağabey"lere yaklaşımımız, Bediüzzaman'ın "Halef selefi kâmil görse, onun getirdiği yerden ileriye gitmese, meylinin tatminini başka tarzda arar" prensibi
istikametindedir. Onlar bir şeyler yapmış, yapıyor, ama bu yeterli değil. Bizler bir şeyler yapacağız, ama bizden sonrakilerin bunu yeterli görmemeleri, hizmetin gelişmesi için şarttır.
Konumuzla ilgili olduğu için biraz da "Risale-i Nurun Hocası Risale-i Nur'dur" sözü üzerinde duralım:
Risale-i Nurlar, Kur'ân'ın bir cilvesi olduğundan, onun tarzı esas alınmıştır. Kur'ân'da, bir yerde özetle geçilen bir konu, başka bir yerde açıklanır.
Risale-i nur da böyledir. Bir yerde öz olarak geçen bir konu, başka bir yerde tafsilatlı olarak açıklanır. Bir kelimenin arkasından gelen başka bir kelime, o
kelimeyi açıklar. Ancak, bunu genelleştirmek yanlıştır. Kur'ân'a da baktığımızda, bütün âyetleri Kur'ân tarafından açıklanmaz. Pek çok âyetler, hadisler tarafından tefsir edilir. Şimdi bu konuya girmek uzun olur. Risale-i Nur da böyledir. bütün konularının mutlaka başka bir yerde açıklandığını iddia etmek, taassubun başka bir ifâdesidir. Nitekim eserlerin müellifi bu gerçeği şöyle ifâde etmiştir:"Zannederim ki, yüce iman hakikatlerini Risale-i nur tamamıyla içine almış; başka yerde aramaya lüzum yok. yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor." Bu ifâdelerin tamamını yukarıda zikrettiğimizden tekrara girmek istemiyoruz.
Bu çalışmamızla, gafletin, eğlencenin, dünyevileşmenin, geçim derdinin, internetin, misyonerliğin yaygınlaştığı günümüzde, insanların imanlarının sağlam bir temel üzerine oturmasına, imanîn, amele dönüşmesine karınca kararınca katkıda bulunursak, kendimizi bahtiyar sayacağız. Gayret bizden, yardım ve hidayet Allah'tandır.
Mutlu Yayıncılık